Ana içeriğe atla

Futbol ve seçimler *

Referanduma ramak kala yediden yetmişe milletçe sandık gününe ve akşamında açıklanacak olan sonuçlara kenetlendik. Evde, çarşıda, pazarda…işte ortak gündemimiz bu. Zaten başka bir gündem ortaya çıksa yönümüzü dönüp de bakmayız. Milletçe siyaseti seviyoruz vesselam. Sandıktan çıkacak sonuçları görmek için çoğumuz seçim gecesini TV ekranında geçiririz. Sonuçlar geldikçe kimimiz dört köşe olur, kimimiz de sinirinden dudaklarını ısırır. Ardından uykusuz geçen gecenin gündüzünü -gece kaim, gündüz naim misali- uykuya ayırırız.  Birkaç hafta da sonuçları değerlendirir, TV'lerde yapılan yorumları dinleriz.  

Bizdeki seçim öncesi ve sonrası bu -kırıcı- muhabbet, derbi maçlarına benzer. Bu tip maçlarda da maç öncesi tansiyon yüksek olur. Tansiyonu da yetkili taraflar oluşturur. Maç gergin başlar, gergin biter. Maç bittikten sonra da birkaç gün  maçın sonucunu değerlendiririz. Genelde de yenilen taraf hakemin taraflılığına dem vurur. Hele bir de tartışmalı pozisyon varsa televizyonlarda ağır çekimini defalarca izler, bunun üzerine yorum ve değerlendirmeler yaparız. Nedense o kadar tekrar tekrar izlemeye rağmen kafamızda daha önce oluşturduğumuz yargılardan kendimizi kurtaramayız.

Seçimler de böyle bizde. Seçim çalışmaları siyasilerin kendilerini anlatmasından ziyade rakibini eleştirmesiyle geçer. Toplum iyice kutuplaştırılır. Seçim günü milletin hakemliliğine gidilir. Akşamında açıklanan sonuçları, yenilen kabul etmez. Birçok seçim kuruluna itirazlar yapılır. Bundan bir sonuç alınamazsa bu sefer; seçmenin yanıltıldığı, seçime eşit şartlarda girilmediği vb açıklamalara yer verilir. Nedense seçimi kaybeden çıkıp dobra dobra, "Halkımıza kendimizi tam anlatamadık, halkımız tercihini bu şekilde verdi, saygı duyuyoruz, biz bundan sonra yetkili organlarımızı toplayarak nerede hata yaptık konusunu irdeleyeceğiz" demez. Mutlaka suçlu aranır. Suçu da hiç üstlerine almazlar. Nasıl ki maçlarda suçlu olarak hakemin kararlarını gösteriyorsak, sandık sonucunda da yine hakemi yani milleti suçlarız. Ben siyasi olsam  ben de aynı -suçlu bulma- stratejisini izlerdim herhalde. Açıklamalarımı, yenilgimi ikna edici bulup ardımdan gelenler oldukça aklıma da bir başka şey gelmez. 

Siyasiler seçim sonuçlarını değerlendirirken eskiden kalma alışkanlık olarak seçmeni suçlamamalıdır. Bir defa seçim sonuçlarını hazmetmeliler. (Politikacılarımızın bu durumu aynı zamanda dersinden başarılı olamayan öğrencinin okulunu ve öğretmenini kötülemesine benzer.) Başarılı olamayanlar iyi bir öz eleştiri yapabilmelidir. Sonucunda da bayrağı partisinden birine bırakmak için partisini olağanüstü kongreye götürmelidir. Bunun için dünyayı yeniden keşfe gerek yok. Her şeyimizle örnek aldığımız Batı'nın siyasetine baksınlar. Bu yeterli. Oralarda hangi bir siyasi yenile yenile 'Yenilen güreşçi güreşe doymaz' misali  hala partisinin başında kalır. Dünyanın neresinde hep muhalefette kalınarak saltanat sürülür? Bizimkiler de aynısını yapmalıdır. Seçim sonuçlarını değerlendirmede dürüst olsunlar. İnanın siyasetimiz temizlenir. Yok arkadaş! Biz durumumuzdan memnunuz. Çünkü muhalif olmak sorumluluk gerektirmiyor. Bir elimiz yağda, diğeri balda zaten saltanat sürüyoruz deniyorsa onlara size iyi saltanat sürmeler demekten başka bir söz bulamıyorum. Yenilmelerine rağmen yine partilerinin başında kalmaya devam edeceklerse tek istediğim seçmene karşı dürüst olsunlar. Çünkü bu millet sağduyuda birleşir, yanlış üzerine isabet etmez. Seçmenine dürüst olmayan, onlara saygı göstermeyi bilmeyen siyasilere Türkiye siyasetinde yer yoktur.

Seçim ve seçim sonuçlarını değerlendirdikten sonra ne yapacağız? Beni de şimdi bu düşünce aldı. Nereden bakarsak daha 2019 seçimlerine iki yıl var… Bu da bir şey mi? İki yıl öncesinde araziye çıkmış, olayları enine-boyuna daha iyi irdelemiş oluruz. Bizde ne seçim biter, ne de muhabbeti… İnanın seçime verdiğimiz ve üzerine konuştuğumuz kadar kendimizi, yaptığımız işe versek her birimiz işimizde bir numara oluruz.


Seçimin sonuçlarıyla birlikte ülkemize hayırlar ve huzurlar getirmesini diliyorum. 08/04/2017 

* 15/04/2017 günü Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde