Ana içeriğe atla

"Denize dökülmeden" önce **

Türkiye'de gündem sürekli değişir. Değişmeyen tek gündemimiz var: Seçimler. Biri biter, diğeri başlar.  12-13 yaşındaki bir ortaokul öğrencisi "Öğretmenim evet mi diyeceksin, yoksa hayır mı? Okul dışındayız. Görüşünü söyleyebilir misin? Haydi ne olur!" diye soruyorsa milletçe çok politize olmuşuz demektir.

Demokrasinin bir gereğidir seçimler. Olsun olmaya. Bu kadar seçim yapıyoruz. Nedense bir türlü tecrübe kazanamadık. Çünkü hiçbir seçim şenlik havası içerisinde geçmez. Hep hayat-memat meselesidir bizde. Gerginlik, kaos, yıldırma, tehdit vs hepsi var. Gürültü kirliliği ve dezenformasyon hiç eksik olmaz. Küskünlükler ve dargınlıkların ardı arkası kesilmez.

Anayasa değişikliği olacak mı olmayacak mı, partiler anlaşılabilecek mi, Meclisten referanduma gidilebilecek sayıya ulaşılabilecek mi? 2016 yılının ikinci yarısı bu şekilde geçti. 2017 yılından bugüne de referandumda evet mi çıkar, yoksa hayır mı sorusu gündemimizde şimdi. Yediden yetmişe ya evet ile yatıyoruz, ya da hayırla. Evde, işte, çarşıda, pazarda, ekranlarda, kahvehane köşelerinde, miting meydanlarında insanın olduğu her yerde seçim var. Kimi muhabbetini, kimi çalışmasını yapıyor. Ruhun gıdası denilen müziklerimiz bile var. Kalabalık yerlerde seçim çalışması yapan evet ve hayırcı siyasilerin çalışmalarında kullanmak üzere hareket halindeki araçlarına verdikleri müzikler de bir propaganda türü. Bu şekil gürültü kirliliğine sebep olan müzik nasıl ruhun gıdası olacaksa. Eskiden aracının camını indirerek müziğin sesini herkesin duyacağı şekilde sonuna kadar açan birini görünce "Bu gök görmedik de kimmiş" diye herkes ona bakardı. Şimdi artık o sonradan görmeler biraz ehlileşti. Milletin garibine giden bu yöntem siyasilerimizin seçim propagandası son yıllarda. Üstelik bu şarkıyı yaptırmak için yüklü paralar da ödüyorlar.
***
Referandum öncesi seçimler yine bildiğiniz gibi. Tehditler yine arka arkasına geliyor. Kimi siyasiler evet diyenleri denize dökmeye kalkıyor. Sanki orta yerde düşman varmış gibi. Bu tipleri bu şekilde düşünceye sevk eden bilinçaltının dışa vurmasından ibarettir. Türkiye’yi yönetmeye talip kişiler maalesef bunlar. İstemediği görüşün sahiplerini denize dökmeye kalkıyorsa bunun başka izahı olamaz. Yine bunlar ağızlarını açar açmaz: “Türkiye tek kişinin yönetimine doğru gidiyor. Bu, dikta yönetimidir” diyor. Ülke diktatörlüğe gider mi gitmez mi bilmem ama bildiğim bir şey var. Evetçileri denize dökmeye kalkan bu tiplerin eline imkan geçerse işte o zaman tek parti diktası gelir bu ülkeye. Zaten geçmişten tecrübeleri de var. Girdiği bütün seçimleri açık ara kaybetmesine rağmen hala birileri partisinin başında veya yönetiminde söz sahibi olarak durmaya devam ediyorsa, bir de bunların iktidara geldiğini düşünün. Görünen köy kılavuz istemez. Adamlar kaybederken zaten tek adamlar. Dünyanın hiçbir yerinde birkaç seçim kaybeden bir siyasi, partisinin başında durmaz. Bu da maalesef bize yani doğu toplumlarına özgü bir durum.
***
Eskiden seçim sathı mailine girildi denirdi. Şimdi artık bu kelime demode oldu. Çünkü hiç seçimlerin içinden çıkamıyoruz. Neredeyse ömrümüz seçimle geçiyor. Yine dünyanın hiçbir ülkesinde seçimlere katılım bizdeki kadar olmaz. Bizdeki kadar da ölüm kalım mücadelesi şeklinde geçmez. Herkes işinde gücünde. Gelen ülkeyi daha iyi yöneteceğim diye gelir. Bizde ise birilerinden kurtarmak için gelinir. Denize dökme isteği de zaten bunu gösteriyor.  Yine bize öbür dünyada ömrünü, zamanını nasıl geçirdiğin sorusu da sorulacaktır. Umarım bu soruya evelemeden-gevelemeden cevap veririz.

Seçime ramak kala karşıt görüşün çadırlarına siyasiler tarafından yapılan ziyaretlerin yerinde bir hareket olduğunu, bu durumun toplumsal barışa katkı sağlayacağını düşünüyorum. Başlatan siyasimize de buradan teşekkürü bir borç bilirim. Gerginliğin diz boyu olduğu bu günlerde siyaset adına yapılan güzel bir davranış bu. Demek ki istenildiği zaman oluyormuş.

Öğrencimin okul dışında sorduğu merakını da gidereyim buradan. Zira kendisine cevap vermedim, siyasi çalkantılardan uzak dursun diye. Referandum sonrası denize dökülürsem öğrencim görüşümü de öğrenmiş ve merakı giderilmiş olur. 05/04/2017

** 07/04/2017 günü kahta söz gazetesinde yayımlanmıştır.


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde