8 Nisan 2017 Cumartesi

Trafikte saç-baş yolduran tipler

08/04/2017 günü yayımlanan "Tabakhane yolcuları" başlıklı yazımdan sonra trafiğimizi felç eden bir başka kesim daha var. Onlardan da bahsetmesek olmaz. Bunlar da trafikte saç-baş yolduran kesimdir. Bu güruhu da bilirsiniz aslında. Çünkü pek yabancınız değildir. Her cadde ve sokakta karşılaşırsınız böyleleriyle. Yeter ki siz trafiğe çıkın.

Bir cadde veya sokakta trafiğin belirlediği hız sınırıyla yol alıyorsunuz. Trafik fazla yoğun değil. Frene basmak ve yavaşlamak durumunda kalıyorsunuz. Çünkü önünüzde bir faciayla karşı karşıyasınız. Adam hız sınırının altında aracını stop ettirmeden götürmeye çalışıyor. Bu da ayrı bir maharet.  Ne sağından geçebilirsin, ne de solundan. Çünkü şeridin tam ortasında yol alıyor. Eğer buna yol alma denirse. Yol versin diye selektör yaparsın, olmadı korna çalarsın. O hiç istifini bozmadan gitmeye devam eder. Ne sağa yanaşır, ne de sola. Yolların hakimi. Kime yol verirse huzursuz olur. Çünkü geçilmeye tahammül edemez. İşi yok gayri, belli. Akşama kadar şu cadde, şu sokak senin gidecek gidebildiği kadar. Çünkü avare adam. Gezmeye çıkmış. Bizde araç sadece iş icabı kullanılmaz. Gezme ve avare avare dolaşmak için de araçlar elimizde bir oyuncaktır. Hız sınırına göre hareket etse sağı-solu seyredemeden gidecek. O zaman da gezdiğine değmeyecek. Önündeki bu bencilden kurtulmanın tek çaresi var. Yaklaşmakta olduğunuz ışıktan belki adam senin gittiğin yöne gitmez. Öyle ya! Önünde üç tane seçenek var. Ya sağa, ya sola döner, ya da düz gider. Yüzde yetmiş de olsa bir şansın var. Umutla ışığın yanmasını ve bu adamdan kurtulmayı beklersin. O da ne! Adam senin içini okumuşcasına senin döneceğin yola dönmez mi? Ya sabır çeker, ardına takılırsın. Artık o gider, sen gidersin. Sanki aracın arızalanmış da adam hayrına çekiveriyor. Bereket inip "Beni niye takip ediyorsun" demiyor. Saçını-başını yolsan da, dişlerin boğazına dökülse de, içinde 'La havle' çeksen de bu adam senin imtihanındır. Çaresiz takip edeceksin. Dua et ki yakıtı bitmesin. Biterse yolun tam ortasında kalır. Yine geçemezsin. Şu anda en azından iyi-kötü yol alıyorsun, kağnı gibi de olsa. Sonunda ağzından ta derinden gelen bir 'şükür' çıkar. Çünkü adam dönmüştür bir yere. Sen yoluna devam edersin. Hatta biraz da hızlanırsın. Bu duruma çok sevinmemek lazım. Çünkü her daim böyle biriyle karşılaşma durumun söz konusu. Hatta daha beteri bile çıkabilir. Çünkü bunlar tek kişi değildir.  İnsanların sabrını ölçen, hemen hemen her yol ve caddede karşına çıkan koca bir ordudur. Hatta içlerinde öyleleri var ki, sen yol alırken ara yoldan kafasını çıkarır. Tam yaklaşmışken hızını yavaşlatacak şekilde önüne kırar. Sanırsın ki acelesi var. Yola çıktıktan sonra su koyuverir. Aheste aheste yol alır. Sanki önüne özel çıkarılmış gibi. Yine böylelerini sen ara yoldan ana caddeye çıkarken de görebilirsin. Yol onundur, geçişini bekleyeyim dersin. Sen bekleye dur, adam senin çıktığın ara yola sapar, sinyalini vermeden. Yine hiç istifini bozmadan yoluna devam eder. Burada da maksat hasıl olmuştur. Sonunda seni sinirlendirdi ya. Zaten bunu asıl görevi de buydu. Seni kızdırmak.

Trafikte gidiyor mu gitmiyor mu belli olmayan bu tiplerin de tabakhane yolcularından fazla bir farkı yoktur. Her ikisi de trafiği felç eder. Biri hızıyla diğeri de yavaşlılığıyla. Her ikisi de Türkiye’yi temsil eder. İfrat ve tefrit yani. Bu ülkede hiçbir şeyin ortası olmaz. Orta yolu takip edenlerin sayısı fazla olsa da bunların sesi pek çıkmaz. Hep aşırıların sesi çıkar. Gündemi de hep bunlar belirler. Sağ olsunlar, bu tiplerin iyi yönleri de var. Bize sabır göstermeyi, olaylara kaşı tahammüllü olmayı öğretirler. Ağzımızdan duanın hiç eksilmemesini de sağlarlar. Hal ve tavırlarıyla bizi ağzı dualı insan yaparlar.

Çok beğendiyseniz bu tipleri, isterseniz bulunduğunuz muhite yönlendirebilirim. 08/04/2017

Futbol ve seçimler *

Referanduma ramak kala yediden yetmişe milletçe sandık gününe ve akşamında açıklanacak olan sonuçlara kenetlendik. Evde, çarşıda, pazarda…işte ortak gündemimiz bu. Zaten başka bir gündem ortaya çıksa yönümüzü dönüp de bakmayız. Milletçe siyaseti seviyoruz vesselam. Sandıktan çıkacak sonuçları görmek için çoğumuz seçim gecesini TV ekranında geçiririz. Sonuçlar geldikçe kimimiz dört köşe olur, kimimiz de sinirinden dudaklarını ısırır. Ardından uykusuz geçen gecenin gündüzünü -gece kaim, gündüz naim misali- uykuya ayırırız. Birkaç hafta da sonuçları değerlendirir, TV'lerde yapılan yorumları dinleriz.  

Bizdeki seçim öncesi ve sonrası bu -kırıcı- muhabbet, derbi maçlarına benzer. Bu tip maçlarda da maç öncesi tansiyon yüksek olur. Tansiyonu da yetkili taraflar oluşturur. Maç gergin başlar, gergin biter. Maç bittikten sonra da birkaç gün  maçın sonucunu değerlendiririz. Genelde de yenilen taraf hakemin taraflılığına dem vurur. Hele bir de tartışmalı pozisyon varsa televizyonlarda ağır çekimini defalarca izler, bunun üzerine yorum ve değerlendirmeler yaparız. Nedense o kadar tekrar tekrar izlemeye rağmen kafamızda daha önce oluşturduğumuz yargılardan kendimizi kurtaramayız.

Seçimler de böyle bizde. Seçim çalışmaları siyasilerin kendilerini anlatmasından ziyade rakibini eleştirmesiyle geçer. Toplum iyice kutuplaştırılır. Seçim günü milletin hakemliliğine gidilir. Akşamında açıklanan sonuçları, yenilen kabul etmez. Birçok seçim kuruluna itirazlar yapılır. Bundan bir sonuç alınamazsa bu sefer; seçmenin yanıltıldığı, seçime eşit şartlarda girilmediği vb açıklamalara yer verilir. Nedense seçimi kaybeden çıkıp dobra dobra, "Halkımıza kendimizi tam anlatamadık, halkımız tercihini bu şekilde verdi, saygı duyuyoruz, biz bundan sonra yetkili organlarımızı toplayarak nerede hata yaptık konusunu irdeleyeceğiz" demez. Mutlaka suçlu aranır. Suçu da hiç üstlerine almazlar. Nasıl ki maçlarda suçlu olarak hakemin kararlarını gösteriyorsak, sandık sonucunda da yine hakemi yani milleti suçlarız. Ben siyasi olsam  ben de aynı -suçlu bulma- stratejisini izlerdim herhalde. Açıklamalarımı, yenilgimi ikna edici bulup ardımdan gelenler oldukça aklıma da bir başka şey gelmez. 

Siyasiler seçim sonuçlarını değerlendirirken eskiden kalma alışkanlık olarak seçmeni suçlamamalıdır. Bir defa seçim sonuçlarını hazmetmeliler. (Politikacılarımızın bu durumu aynı zamanda dersinden başarılı olamayan öğrencinin okulunu ve öğretmenini kötülemesine benzer.) Başarılı olamayanlar iyi bir öz eleştiri yapabilmelidir. Sonucunda da bayrağı partisinden birine bırakmak için partisini olağanüstü kongreye götürmelidir. Bunun için dünyayı yeniden keşfe gerek yok. Her şeyimizle örnek aldığımız Batı'nın siyasetine baksınlar. Bu yeterli. Oralarda hangi bir siyasi yenile yenile 'Yenilen güreşçi güreşe doymaz' misali  hala partisinin başında kalır. Dünyanın neresinde hep muhalefette kalınarak saltanat sürülür? Bizimkiler de aynısını yapmalıdır. Seçim sonuçlarını değerlendirmede dürüst olsunlar. İnanın siyasetimiz temizlenir. Yok arkadaş! Biz durumumuzdan memnunuz. Çünkü muhalif olmak sorumluluk gerektirmiyor. Bir elimiz yağda, diğeri balda zaten saltanat sürüyoruz deniyorsa onlara size iyi saltanat sürmeler demekten başka bir söz bulamıyorum. Yenilmelerine rağmen yine partilerinin başında kalmaya devam edeceklerse tek istediğim seçmene karşı dürüst olsunlar. Çünkü bu millet sağduyuda birleşir, yanlış üzerine isabet etmez. Seçmenine dürüst olmayan, onlara saygı göstermeyi bilmeyen siyasilere Türkiye siyasetinde yer yoktur.

Seçim ve seçim sonuçlarını değerlendirdikten sonra ne yapacağız? Beni de şimdi bu düşünce aldı. Nereden bakarsak daha 2019 seçimlerine iki yıl var… Bu da bir şey mi? İki yıl öncesinde araziye çıkmış, olayları enine-boyuna daha iyi irdelemiş oluruz. Bizde ne seçim biter, ne de muhabbeti… İnanın seçime verdiğimiz ve üzerine konuştuğumuz kadar kendimizi, yaptığımız işe versek her birimiz işimizde bir numara oluruz.

Seçimin sonuçlarıyla birlikte ülkemize hayırlar ve huzurlar getirmesini diliyorum. 08/04/2017 

* 15/04/2017 günü Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

5 Nisan 2017 Çarşamba

"Denize Dökülmeden" Önce **

Türkiye'de gündem sürekli değişir. Değişmeyen tek gündemimiz var: Seçimler. Biri biter, diğeri başlar.  12-13 yaşındaki bir ortaokul öğrencisi "Öğretmenim evet mi diyeceksin, yoksa hayır mı? Okul dışındayız. Görüşünü söyleyebilir misin? Haydi ne olur!" diye soruyorsa milletçe çok politize olmuşuz demektir.

Demokrasinin bir gereğidir seçimler. Olsun olmaya. Bu kadar seçim yapıyoruz. Nedense bir türlü tecrübe kazanamadık. Çünkü hiçbir seçim şenlik havası içerisinde geçmez. Hep hayat-memat meselesidir bizde. Gerginlik, kaos, yıldırma, tehdit vs hepsi var. Gürültü kirliliği ve dezenformasyon hiç eksik olmaz. Küskünlükler ve dargınlıkların ardı arkası kesilmez.

Anayasa değişikliği olacak mı olmayacak mı, partiler anlaşılabilecek mi, Meclisten referanduma gidilebilecek sayıya ulaşılabilecek mi? 2016 yılının ikinci yarısı bu şekilde geçti. 2017 yılından bugüne de referandumda evet mi çıkar, yoksa hayır mı sorusu gündemimizde şimdi. Yediden yetmişe ya evet ile yatıyoruz, ya da hayırla. Evde, işte, çarşıda, pazarda, ekranlarda, kahvehane köşelerinde, miting meydanlarında insanın olduğu her yerde seçim var. Kimi muhabbetini, kimi çalışmasını yapıyor. Ruhun gıdası denilen müziklerimiz bile var. Kalabalık yerlerde seçim çalışması yapan evet ve hayırcı siyasilerin çalışmalarında kullanmak üzere hareket halindeki araçlarına verdikleri müzikler de bir propaganda türü. Bu şekil gürültü kirliliğine sebep olan müzik nasıl ruhun gıdası olacaksa. Eskiden aracının camını indirerek müziğin sesini herkesin duyacağı şekilde sonuna kadar açan birini görünce "Bu gök görmedik de kimmiş" diye herkes ona bakardı. Şimdi artık o sonradan görmeler biraz ehlileşti. Milletin garibine giden bu yöntem siyasilerimizin seçim propagandası son yıllarda. Üstelik bu şarkıyı yaptırmak için yüklü paralar da ödüyorlar.
***
Referandum öncesi seçimler yine bildiğiniz gibi. Tehditler yine arka arkasına geliyor. Kimi siyasiler evet diyenleri denize dökmeye kalkıyor. Sanki orta yerde düşman varmış gibi. Bu tipleri bu şekilde düşünceye sevk eden bilinçaltının dışa vurmasından ibarettir. Türkiye’yi yönetmeye talip kişiler maalesef bunlar. İstemediği görüşün sahiplerini denize dökmeye kalkıyorsa bunun başka izahı olamaz. Yine bunlar ağızlarını açar açmaz: “Türkiye tek kişinin yönetimine doğru gidiyor. Bu, dikta yönetimidir” diyor. Ülke diktatörlüğe gider mi gitmez mi bilmem ama bildiğim bir şey var. Evetçileri denize dökmeye kalkan bu tiplerin eline imkan geçerse işte o zaman tek parti diktası gelir bu ülkeye. Zaten geçmişten tecrübeleri de var. Girdiği bütün seçimleri açık ara kaybetmesine rağmen hala birileri partisinin başında veya yönetiminde söz sahibi olarak durmaya devam ediyorsa, bir de bunların iktidara geldiğini düşünün. Görünen köy kılavuz istemez. Adamlar kaybederken zaten tek adamlar. Dünyanın hiçbir yerinde birkaç seçim kaybeden bir siyasi, partisinin başında durmaz. Bu da maalesef bize yani doğu toplumlarına özgü bir durum.
***
Eskiden seçim sathı mailine girildi denirdi. Şimdi artık bu kelime demode oldu. Çünkü hiç seçimlerin içinden çıkamıyoruz. Neredeyse ömrümüz seçimle geçiyor. Yine dünyanın hiçbir ülkesinde seçimlere katılım bizdeki kadar olmaz. Bizdeki kadar da ölüm kalım mücadelesi şeklinde geçmez. Herkes işinde gücünde. Gelen ülkeyi daha iyi yöneteceğim diye gelir. Bizde ise birilerinden kurtarmak için gelinir. Denize dökme isteği de zaten bunu gösteriyor.  Yine bize öbür dünyada ömrünü, zamanını nasıl geçirdiğin sorusu da sorulacaktır. Umarım bu soruya evelemeden-gevelemeden cevap veririz.

Seçime ramak kala karşıt görüşün çadırlarına siyasiler tarafından yapılan ziyaretlerin yerinde bir hareket olduğunu, bu durumun toplumsal barışa katkı sağlayacağını düşünüyorum. Başlatan siyasimize de buradan teşekkürü bir borç bilirim. Gerginliğin diz boyu olduğu bu günlerde siyaset adına yapılan güzel bir davranış bu. Demek ki istenildiği zaman oluyormuş.

Öğrencimin okul dışında sorduğu merakını da gidereyim buradan. Zira kendisine cevap vermedim, siyasi çalkantılardan uzak dursun diye. Referandum sonrası denize dökülürsem öğrencim görüşümü de öğrenmiş ve merakı giderilmiş olur. 05/04/2017

** 07/04/2017 günü kahta söz gazetesinde yayımlanmıştır.