5 Nisan 2017 Çarşamba

"Denize Dökülmeden" Önce **

Türkiye'de gündem sürekli değişir. Değişmeyen tek gündemimiz var: Seçimler. Biri biter, diğeri başlar.  12-13 yaşındaki bir ortaokul öğrencisi "Öğretmenim evet mi diyeceksin, yoksa hayır mı? Okul dışındayız. Görüşünü söyleyebilir misin? Haydi ne olur!" diye soruyorsa milletçe çok politize olmuşuz demektir.

Demokrasinin bir gereğidir seçimler. Olsun olmaya. Bu kadar seçim yapıyoruz. Nedense bir türlü tecrübe kazanamadık. Çünkü hiçbir seçim şenlik havası içerisinde geçmez. Hep hayat-memat meselesidir bizde. Gerginlik, kaos, yıldırma, tehdit vs hepsi var. Gürültü kirliliği ve dezenformasyon hiç eksik olmaz. Küskünlükler ve dargınlıkların ardı arkası kesilmez.

Anayasa değişikliği olacak mı olmayacak mı, partiler anlaşılabilecek mi, Meclisten referanduma gidilebilecek sayıya ulaşılabilecek mi? 2016 yılının ikinci yarısı bu şekilde geçti. 2017 yılından bugüne de referandumda evet mi çıkar, yoksa hayır mı sorusu gündemimizde şimdi. Yediden yetmişe ya evet ile yatıyoruz, ya da hayırla. Evde, işte, çarşıda, pazarda, ekranlarda, kahvehane köşelerinde, miting meydanlarında insanın olduğu her yerde seçim var. Kimi muhabbetini, kimi çalışmasını yapıyor. Ruhun gıdası denilen müziklerimiz bile var. Kalabalık yerlerde seçim çalışması yapan evet ve hayırcı siyasilerin çalışmalarında kullanmak üzere hareket halindeki araçlarına verdikleri müzikler de bir propaganda türü. Bu şekil gürültü kirliliğine sebep olan müzik nasıl ruhun gıdası olacaksa. Eskiden aracının camını indirerek müziğin sesini herkesin duyacağı şekilde sonuna kadar açan birini görünce "Bu gök görmedik de kimmiş" diye herkes ona bakardı. Şimdi artık o sonradan görmeler biraz ehlileşti. Milletin garibine giden bu yöntem siyasilerimizin seçim propagandası son yıllarda. Üstelik bu şarkıyı yaptırmak için yüklü paralar da ödüyorlar.
***
Referandum öncesi seçimler yine bildiğiniz gibi. Tehditler yine arka arkasına geliyor. Kimi siyasiler evet diyenleri denize dökmeye kalkıyor. Sanki orta yerde düşman varmış gibi. Bu tipleri bu şekilde düşünceye sevk eden bilinçaltının dışa vurmasından ibarettir. Türkiye’yi yönetmeye talip kişiler maalesef bunlar. İstemediği görüşün sahiplerini denize dökmeye kalkıyorsa bunun başka izahı olamaz. Yine bunlar ağızlarını açar açmaz: “Türkiye tek kişinin yönetimine doğru gidiyor. Bu, dikta yönetimidir” diyor. Ülke diktatörlüğe gider mi gitmez mi bilmem ama bildiğim bir şey var. Evetçileri denize dökmeye kalkan bu tiplerin eline imkan geçerse işte o zaman tek parti diktası gelir bu ülkeye. Zaten geçmişten tecrübeleri de var. Girdiği bütün seçimleri açık ara kaybetmesine rağmen hala birileri partisinin başında veya yönetiminde söz sahibi olarak durmaya devam ediyorsa, bir de bunların iktidara geldiğini düşünün. Görünen köy kılavuz istemez. Adamlar kaybederken zaten tek adamlar. Dünyanın hiçbir yerinde birkaç seçim kaybeden bir siyasi, partisinin başında durmaz. Bu da maalesef bize yani doğu toplumlarına özgü bir durum.
***
Eskiden seçim sathı mailine girildi denirdi. Şimdi artık bu kelime demode oldu. Çünkü hiç seçimlerin içinden çıkamıyoruz. Neredeyse ömrümüz seçimle geçiyor. Yine dünyanın hiçbir ülkesinde seçimlere katılım bizdeki kadar olmaz. Bizdeki kadar da ölüm kalım mücadelesi şeklinde geçmez. Herkes işinde gücünde. Gelen ülkeyi daha iyi yöneteceğim diye gelir. Bizde ise birilerinden kurtarmak için gelinir. Denize dökme isteği de zaten bunu gösteriyor.  Yine bize öbür dünyada ömrünü, zamanını nasıl geçirdiğin sorusu da sorulacaktır. Umarım bu soruya evelemeden-gevelemeden cevap veririz.

Seçime ramak kala karşıt görüşün çadırlarına siyasiler tarafından yapılan ziyaretlerin yerinde bir hareket olduğunu, bu durumun toplumsal barışa katkı sağlayacağını düşünüyorum. Başlatan siyasimize de buradan teşekkürü bir borç bilirim. Gerginliğin diz boyu olduğu bu günlerde siyaset adına yapılan güzel bir davranış bu. Demek ki istenildiği zaman oluyormuş.

Öğrencimin okul dışında sorduğu merakını da gidereyim buradan. Zira kendisine cevap vermedim, siyasi çalkantılardan uzak dursun diye. Referandum sonrası denize dökülürsem öğrencim görüşümü de öğrenmiş ve merakı giderilmiş olur. 05/04/2017

** 07/04/2017 günü kahta söz gazetesinde yayımlanmıştır.

Öğrencilere verilen değer bu kadar ucuz olmamalı

'Konya Kitap Günleri'nin beşincisi Mevlana Kültür Merkezinde 27 Mart günü törenle okuyucuların hizmetine sunuldu. Kitapseverleri kitapla ve yazarlarıyla buluşturmayı hedefleyen bu etkinlik 09 Nisana kadar açık kalacak. Yapılan planlama ile ortaokul ve lise öğrencileri de belediyeye ait otobüslerle taşınıyor Mevlana Kültür Merkezine.

03.04.2017 günü çalıştığım okuldan 200 kişiye yakın 7.sınıf öğrencisini 6 öğretmen ve bir idareci nezaretinde 'Kitap Günleri'ne gitmek için belediyemiz tarafından tahsis edilen körüklü bir otobüse bindirdik. İğne atsan düşmeyecek şekilde doluydu otobüs. Her dönüşte, her frende kıyamet sahnesi yaşandı. Bağırış, çağırış, çığlık, vaveylâ...hepsi vardı. Camlar kapalı, klima ise çalışmıyordu. 20 dakikalık bir yolculuk sonucu menzilimize vardık. Biraz bekledikten sonra  kitaplara kavuşmak için sırayla girdik. Kitaptan fazla öğrenci vardı içeride. Çünkü başka okullardan da öğrenciler gelmişlerdi. Yarım saat kadar durabildik. Doğru dürüst kitaplara bakamadan geri dönmek için tekrar otobüse doluştuk. Çünkü bize verilen süre dolmuştu. Aynı güzergahtan tekrar okulumuza döndük.

Yetkililerin açıklamasına göre iki hafta içerisinde Kültür Merkezini 250 bin kişinin ziyaret etmesi bekleniyormuş. Öğrenciler bu şekilde taşınırsa öyle zannediyorum 500 bini de bulur. Bulsun. Okulların böylesi yerlere getirilmesi… güzel olmasına güzel. Ama taşınma şekli anormalin de ötesinde. En ufak bir kaza tehlikesinde bu kadar öğrenciden kaçı sağ kalır? Yetkililerin başka türlü tedbir alması için illaki bir otobüsün kaza mı yapması gerekiyor? Allah göstermesin bir kaza olduğu takdirde yetkililer bunun hesabını nasıl verecek? Haydi hesap verdiler diyelim. Ölümlü ve yaralamalı bir kaza sonucunda nasıl vicdanları rahat edecek?

İş yapalım derken çiş yapmayalım. Bu çocuklar bu şekilde taşınmaz. En ufak bir tehlike anı bile birbirini çiğnemesine sebep olabilir. Kimse konforlu bir araç olsun derdinde değil. Hatta öğrenciler bir koltuğa iki, iki koltuğa üç kişi oturdular. Bunlar şanslı kişiler. Ya ayakta kalanlar… Öğrenci ayakta gitmeye de razı. İçlerinde ayakta yer bulup da bir yere tutunabilenler de şanslı. Bir de hiçbir yere tutunamayan öğrencilerin sayısı da az değil. Ayakta yolculuk yapan bir öğrencim “Hocam, bu şekilde taşınması doğru mu? İkinci bir otobüs gönderilemez miydi” dedi. Ona sadece, diğer okullar da taşınıyor. Belediyenin yedekte beklettiği araçlar yeterli gelmemiş olabilir, dedim. Başka da bir şey diyemedim.

Sahi bu araçların hiç istiap haddi yok mu? Bu tip yerlere gidilirken hep bu şekil sıkışık bir şekilde mi gidip geleceğiz? Bereket kazasız belasız gidilip gelindi. Ama testi kırılmadan tedbir almakta fayda var. Bu konuda tedbir ve önlemler almak için illa bir aracın kaza mı yapması gerekiyor? Bir araçla hayvan taşınırken bile o aracın bir taşıma sınırı olur. İnsan taşıma bu şekil ucuz olmamalı. Tasarruf yapılacaksa öğrencinin canı tehlikeye atılarak tasarruf yapılmaz. Uygun ve yeterli araç bulunamıyorsa gerekirse öğrenciler götürülmez. Zaten bedava taşıyorum. Bedava taşıma bu şekil olur denirse…kimse bedava gidelim derdinde değil. Gerekirse bedeli alınsın ama adam gibi taşınsın. Yetkililer bu konuda yaptığı tasarrufu lütfen başka kara deliklerde yapsın.

Bu şekil taşıma ile yetkililer bir iyilik yaptıklarını düşünüyorlarsa bu yapılan bir iyilik değildir. Bir eziyettir, rezilliktir. İnsan sağlığını ve güvenliğini hiçe saymamaktır. Kendileri böyle kalabalık bir araca binip beş dakikalık bir yolculuk yapsınlar. Eğer tahammül edebilirlerse öğrenciler bu şekilde gitmeye razı. Sadece biraz empati yapsınlar yeter…

Geleceğimizin teminatı çocuklarımıza verilen değer bu kadar ucuz olmamalı... 05/04/2017 

3 Nisan 2017 Pazartesi

Tabakhane Yolcuları *

Siz hiç tabakhane yolcusu gördünüz mü? Ya da biliyor musunuz böylelerinin kim olduğunu? Biliyorsanız ikinci baskı olacak ama bizde konunun önemine binaen "ettekraru ahsen velev kane yüz seksen*" denir. Bu durumda bildiğinizi bilmiyormuş gibi davranarak tecahül-i arif de yapabilirsiniz. Yok, eğer bilmiyorsanız tam yerine geldiniz…Siz bu muhteremleri tanıyorsunuz aslında. Yeter ki bir trafiğe çıkın.

Trafik işaretleri insanlığın bulduğu en güzel icatlardan biridir. Hele ışıklar... Kırmızı yanınca -her ne kadar hoşumuza gitmese de- kaos, kargaşa ve kazayı önler ve trafiğin düzenli bir şekilde akmasını sağlar.

Genelde kırmızılara yakalanırım. Sağ olsun hiç peşimi bırakmaz. Yeşilin yanmasını beklemeye koyulurum. Yerine göre 50 ya da 75 saniye beklediğim yerler olur. Ben bekleye durayım. Zaten işim yok. Zira 7/24 müsaitim. Ben müsait olabilirim ama bir başkasının zamanı çok önemlidir. Adam nasıl dursun öyle bir dakika kadar? Bu durumda adam ne yapmalı? Hemen ışığa yaklaşırken sağına soluna bir göz atar. İlk  olarak AB standartlarına göre -neredeyse- yol seviyesine indirilmiş kaldırım  çarpar gözüne. Kaldırımda yaya yoksa, herhangi bir araç da park edilmemişse eline geçen fırsatı kaçırmaz. Bir manevra ile  sağındaki kaldırımın üzerinden geçerek senin döneceğin tarafa hızlı bir şekilde geçiş yapar. Kazara yayanın biri araç yolundan yürümeyi bırakır da kaldırımdan o anda geçmeye kalkarsa bizim beyefendinin aracının altında kalmaması için hiçbir bahanesi olamaz. Bunlar gözü açık geçinen ve kendini akıllı sanan tiplerdir. Tabakhane yolcuları yani. Böyle bir geçiş buldu mu? Orayı kendine otoban yapar artık. Alışkanlık haline getirir. Hiç ışığa takılma derdi olmaz. Biz bekleye duralım. Atı alan Üsküdar'ı geçer böyle. Adam ne zamana kadar böyle devam eder? Bir cami duvarına işeyene kadar. Bu tiplerin acelesi ne ki diye düşünebilirsiniz? Ayıplamamak lazım.  Efendim bu tipler tabakhane yolcularıdır. Oraya yetişmeleri gerekiyor. Senin gibi boş değil. Bir dakikaları bile önemli. Sen boş olduğuna yan! Işıklarda beklemek benim gibi boş insanların işi.
***
Aracınla yine ışıktasın. Yeşilin yanmasını beklersin. Sen önündeki ışığa bakarken arkana yanaşan ise yaya ışığını takip eder. Yayanın yeşili kırmızıya döner dönmez arkandaki çok bilmiş tip önce bir selektör, ardından korna çalar. Ne oluyor, ben uyudum da ışığı es  mi geçtim diye tekrar ışığa göz atınca ışık sarıya yeni geçer. Sen dersin ki ardımdaki sürücünün çok acelesi var, beklemeye tahammülü yok. Neyi var deme artık. Malum...Bu da tabakhane yolcusu. Üstelik çok dikkatli. Gözünden de hiçbir şey kaçmıyor. Aslında mevcut polislerin işine son verip bu şekil dikkatli insanları almak lazım polisliğe. Akıl küpü adam. Zeka fışkırıyor her bir yerinden. Aracın camları kapalı olmasa da etrafa saçılan zekasından biraz faydalansak diyesi geliyor çoğu zaman insanın.
***
Şehir içindeki yollarımızın çoğu çift şeritli. Ama şeridin sağında ara ara park edilmiş araçları görünce zaten geriye tek şeritli bir yol kalır. Trafiğin belirlediği hız sınırına göre giderken arkandan acı acı çalan bir korna sesi, ardından selektör seni kendine getirir. Dikiz aynasından gördüğüne göre adam üzerine çıkacak. Sanırsın ki yol üstünlüğü olan ambulans. “Yolların hakimi benim. Çekil ayağımın altından. Yoksa çiğnerim” der gibi gelir. Eğer bir kuytu yer bulup sağa yanaşmazsan seni çiğner geçer. Yol vermezsen/veremezsen eli-ayağı, kolu-bacağı, dili-gözü, jest ve mimikleri gibi -Allah ne verdiyse- tüm organlarını kullanır. Aslında bu tipler yollarda eriyip gidiyor. Yazık oluyor bunlara! Halbuki iyi bir sinema oyuncusu olurlar. İşte bu tipler de aynı yolun yolcularıdır.

Tabakhane yolcuları çeşit çeşittir. Biliyordunuz aslında böylelerini. Hepsinin ortak özellikleri yangından mal kaçırır olmalarıdır. Başkasına saygısı olmayan, nefsine düşkün, sadece kendini düşünen, kural tanımaz tiplerdir. Çok uzakta aramayın. Etrafınızda bolca vardır. Maalesef birlikte yaşıyoruz bunlarla…03/04/2017

*Tekrar etmek güzeldir. Velev ki 180 kere de olsa…

* 08/04/2017 günü Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.