15 Ekim 2016 Cumartesi

Bardağın dolu tarafından bakabilmek

Hayata, olaylara, kişilere, suç ve suçluya hangi açıdan baktığımızdır aslında. Bu bakış açısı, bizim hayata bakış açımızın da göstergesidir. İçte barındırdığımızın bir dışa vurumudur. Aşağıda yazdığım hikaye sanırım ne demek istediğimi daha iyi izah eder:

İki valisinden biri ihtiyaç fazlası olduğu için padişah çalışmaya devam edeceği valiyi test etmek ister. Biri halka kötü muamelesiyle maruf, diğeri ise iyi davranan biri. Hangisiyle çalışmak istediğine dair kendisinin bir kanaati vardır. Fakat yine de onları sınava yani tutmak ister. Kötü çalışanını yanına çağırır ona: "Memleketi gez dolaş, bana iyi olan birini bul getir" emrini verir. Vali,  ülkeyi turlar. Dönüşte: "Hünkarım! İnsanlar o kadar kötü ki...ben içlerinde iyi bir insana rastlamadım" deyince padişah: "Sana göre dünyada iyi bir insan var mı? Tamam gidebilirsin" diyerek  diğer halka iyi davranan iyi niyetli valiyi çağırır. Ona da: "Memleketi gez, dolaş. Bana kötü bir insan bul gel" diye emir verir. Vali memleketi adım adım dolaşır. Nice sonra huzura çıkar: "Efendim! Tüm ülkeyi gezdim, insanları araştırdım. Kötü olarak görünenlerin kimi aldanmış, kimi aldatılmış, kimi de kurtulmaya çalışıyor. Hasılı ben kötü bir insana rastlamadım." diye açıklama yapar. Sonunda sınavı halka iyi davranan vali kazanır. Valiliğine devam eder. Kendisinden başka herkesi kötü gören vali ile yollarını ayırır padişah.

Hikaye bu. Sanırım çok bir şey söylemeye gerek yok. Fakat ben ne anladığımı söylemesem kahrımdan çatlar ölürüm: Bir insanın kendisi nasılsa karşı tarafı da öyle görür. Hani bir âmâ, diğer âmâ ile üzüm yerken biri diğerine üzümü çifter yeme demiş de, diğer âmâ, arkadaş gözlerin görmüyor, benim üzümü ikişer ikişer yediğimi nereden gördün deyince, ben çifter yiyorum da ondan demiş.

İnsanlara bakarken hep suçlu gözüyle bakacağımıza, hep hatasını bulacağımıza bardağın biraz da dolu tarafından baksak nasıl olur? Kıyamet kopmaz sanırım. Ölmüş bir eşek leşini görenlerin: "Eşek de ne pis kokuyor" diyerek burunlarını tıkadıkları zaman onları gören Hz Muhammed'in: "Bembeyaz dişleri var" sözü sanırım hayata, kişilere olumlu bakabilmeye; bardağa dolu tarafından bakabilmeye bir örnektir. İnsanları eleye eleye, eleştire eleştire bu  dünyada tek iyi kendimiz kalırız bu gidişle. Hatasız insan, kusursuz dost, hatasız vatandaş arayan kendi başına kalır. Kimseye de derdini, meramını anlatamaz. İnsan suça meyilli bir şekilde yaratılmış eksik bir varlıktır.

Suç yaratılmış karşılığında panzehiri olarak tövbe ve özür de yaratılmıştır. İlk insan ve ilk peygamber olan Hz Adem "ölümsüz olma" zaafı yüzünden İblis'in iğvasına  mağlup olmuştur. Zaafının esiri olmuştur Havva ile birlikte. Kandırıldığını anladığı zaman da ellerini açıp: Rabbimiz, biz kendimize zulmettik, eğer bizi bağışlamaz ve bize merhamet etmez isen hüsrana uğrayanlardan oluruz" diyerek özür dilemiş, tövbe etmiştir. "Ben ateşten, o ise topraktan yaratıldı" diye mazeret üretip kendini savunan ve isyan eden şeytan gibi, "Bizim ne suçumuz var, bizi Şeytan kandırdı" gibi bir gerekçe ile Rabbinin huzuruna çıkmamışlardır. Kendi kendilerine öz eleştiri yapmışlardır. Hata ve yanlış yapıp özür dilemek de bir erdemdir.

Kişi yaptığı hata ve yanlışından dolayı "Bir daha yapmamaya söz verir, hatasını terk eder, ardından pişmanlık duyar ve zarara uğrattığı kişilerden özür dilerse alın size bir tövbe. Hem de nasuh tövbesi. "99 kişiyi öldüren kimsenin tövbesini Allah'ın bağışladığını anlatır dururuz durmadan. Peki bize ne oluyor ki hata yapanlara bu hakkı vermiyoruz? 15/10/2016

13 Ekim 2016 Perşembe

Gönülleri fethetmenin adı: Hz Muhammed **

63 yıllık kısa ömrünün içerisine mücadeleyle dolu bir ömrü sığdırmış biri idi. Hayatı hep mücadeleyle geçti. Yoruldum biraz dinleneyim diye uzanıp yatmadı dense mübalağa edilmiş olmaz.

Mücadelesinde hep bir nezaket, azim ve gayret var, yumuşak davranma var, kabalığa yer yok hayatında. İnsanları ve düşmanları şirk bataklığından kurtarmak, yakıcı alevde yanmalarının önüne geçmek için didindi durdu hep. Kimsenin kınamasına, küçümsemesine aldırmadı hiç. Ben nasıl yaparım bunca işi tek başıma demedi. Kendisine çizilen yolda dosdoğru yürüdü. "Kavli leyyin" idi onun metodu. Ne zayıflığında sert ve kabalığa baş vurdu, ne de gücü eline geçirdiği zaman. Hiç gizli ajandası olmadı. Örnek bir tipti o: İçi dışına, dışı içine benzeyen.

Kutsal yolculuğuna başlamadan önce herkesin özellikle düşmanlarının güvenini kazandı. Herkesin saygı gösterip değer verdiği bir kimse idi. Kimseden bir beklentisi olmadı. Makam ve mevkide gözü olmadı. Tebliğ görevine çıktığı zaman hep insan kazanma mücadelesi verdi. Kimseyi ötekileştirmedi. Adam adama markaj uyguladı. Kimseye baskı uygulamadı. Hep anlattı onlara. Kah evlerinde, kah panayırlarda, kah Safa Tepesinde, kah Akabe'de, kah Taif'te, kah Daru'l-Erkam'da, kah Kabe'de... Zengin, fakir, mağrur ve mağdur demedi. Herkesin ayağına gitti. Onlara İslam'ı anlattı. Kimseden bir şey istemedi. Sadece inanmalarını istedi. Kimseden umudunu yitirmedi. Hiç inanma ihtimali olmayan, düşmanlığıyla ün yapmış cehaletin babası Ebu Cehil'in, olmaz olası amcası Ebu Lehebin ayağına, küfür ve zulümde ileri giden ileri gelenlerin ayağına bile kaç defa gitti tebliğ etmek için. Hiç kırk yıllık kani olur mu yani demedi. Gitti boş döndü, uygun ortam ve zamanda yine gitti. İnanmazsanız inanmayın yeter ki beni bir dinleyin dedi. İnananlara cennetten başka bir şey va'detmedi. İnanmayana kızıp bağırmadı, küsüp gitmedi, dışlamadı, cezalandırmadı.

Taif'e giderek onlara İslam'ı anlattı, karşılığında bir araba sopa yemesine rağmen onlara asla beddua bile etmedi. Her türlü nifak hareketinin içerisinde yer alan münafıkların lideri Abdullah bin Ubeyy Bin Selül'ü kazanmak için bile didindi durdu hep. Yaptığı savaşlarda karşısında ordu komutanı olan Ebu Süfyan'ı bile kazanmak için Mekke'nin fethi esnasında "Kim Ebu Süfyan'ın evine sığınırsa emniyettedir" bile dedi. İhanet içerisine giren Hatıp bin Ebi Belta'yı cezalandırmadı, hatta "Bedir ashabındandır, ilişmeyin" diyerek yeniden kazanma yoluna gitti. Tebük Seferine katılmayan münafık ve samimi Müslümanlar'ı bile Allah'a havale ederek onları kendi haline bıraktı. Kendi kendilerine hatalarıyla yüzleşmelerine fırsat verdi. Sonunda onları da kazandı.

Hiç özel hayatını yaşamadı dense yeridir. Ne bir köşkü oldu, ne de makam arabası, ne de özel şoförü. Geride kalan kızına  dişe dokunur bir miras bile bırakmadı. Dünya için değil ahireti için yaşadı hep.

Kendisine işkence yapanlara, hayatı zindan edenlere, amcasının öldüren Vahşi'ye, onu azmettiren Hint'e hiç kin gütmedi. Mekke'yi fethettiği zaman kendisine ve ashabına kin kusan, zulmedenleri Kabe'de topladı, ceza vermedi. Güçlü iken onları affetti...Yerde ve gökte övülen biri oldu. Övgüye layık olduğunu gösterdi. Hep affederek kazandı... Örnekleri çoğaltabiliriz. Demek istediğim odur ki, ömrünü adam kazanmaya verdi dense yeridir o Kutlu Nebi'nin.

Onun yolundan gittiğini söyleyen bizlere ne oluyor ki bizim gibi düşünmeyen insanları dışlama, yok etme yoluna gidiyoruz. Hiç kazanma diye bir derdimiz yok. Ahirete bırakma gibi niyetimiz yok. Kimseye hatası ve yanlışıyla yüzleşme imkanı verme gibi bir düşüncemiz yok. Ne kadar da kelle avcılığına merakımız varmış meğer. Allah tövbe kapısını hep açık bırakmış. Biz ise özür, tövbeye, hatayla yüzleşmeye tahammülümüz yok. Kellesi vurulsun modundayız nedense. Kimse hataların menşeine, bataklığa inme, bataklığı kurutma mücadelesini esas almıyor. Bilerek ya da bilmeyerek bataklığa düşmüş, ya da girmiş insanları yok etme hevesini taşıyoruz. Öyle bir heves ki hiç eksilmiyor maalesef. Kimi hataları baştan görür, kimi ortasında, kimi de en son bir musibetle görür. Herkes aynı değildir bir defa. Art niyetli ele başlarını yakalayıp ceza vermekten ziyade kanmış, kandırılmış piyonların peşindeyiz hep.

Sorgulamıyoruz nedense. Bir konuda milletin ekseriyeti şu ya da bu şekilde hata yapmışsa bunun nedenleri nelerdir, bir daha böyle yanlışlar olmaması için ne gibi tedbirler alınmalı gibi sorulara kafa yormuyoruz.

Hata yapıp hatasıyla yüzleşen, hata yapma riski olan insanları ötekileştirmeden kazanmak için nebevi metodu uygulamanın zamanı geldi, geçiyor bile. 13/10/2016

** 24/10/2016 tarihinde Kahta Söz gazetesinde yayımlanmıştır.

Farklı bir miras paylaşımı

Ey oğul! Sana altın bir kural daha hatırlatmak isterim: Mevcut menkul ve gayr-i menkulden daha fazla pay almak istiyorsan sana güvenen ağabeylerini miras dışına it ki, çok mala sahip olasın. Hepsini kendin alma, bir kısmını da sus payı olarak seni seven, sayan, sözünden çıkmayan kardeşlerine ver. Diğer kardeşlerin biraz homurdanır, kızar, küserler ama bir müddet sonra hayatın gerçekliğini kabullenir ve alışırlar. Güç, kuvvet ve şöhret elinde olur, itibar sahibi olursun bu dünyada.

Şimdilik ahireti pek düşünme, bir ara Hacca gidersin olur biter. Ha bir de mirastan mahrum ettiğin kardeşlerin için de niçin mirastan mahrum ettiğine dair gerekçeler hazırlarsan objektifliğini kaybetmezsin ve kendini ikna edersin, etrafındakileri de ikna ettim diye sevinirsin. Haydi göreyim seni...

Unutma, başarıdaki tek kriter kazanmaktır, hep kazanmak istiyorsan miras kazanma  kurallarını hep sen koy. Kardeşlerini de tamamen unutma, onlara da hamaliye gibi işler ver, ne de olsa siz kardeşsiniz. 13/10/2014