Ey oğul! Sana altın bir kural daha hatırlatmak isterim: Mevcut menkul ve gayr-i menkulden daha fazla pay almak istiyorsan sana güvenen ağabeylerini miras dışına it ki, çok mala sahip olasın. Hepsini kendin alma, bir kısmını da sus payı olarak seni seven, sayan, sözünden çıkmayan kardeşlerine ver. Diğer kardeşlerin biraz homurdanır, kızar, küserler ama bir müddet sonra hayatın gerçekliğini kabullenir ve alışırlar. Güç, kuvvet ve şöhret elinde olur, itibar sahibi olursun bu dünyada.
Şimdilik ahireti pek düşünme, bir ara Hacca gidersin olur biter. Ha bir de mirastan mahrum ettiğin kardeşlerin için de niçin mirastan mahrum ettiğine dair gerekçeler hazırlarsan objektifliğini kaybetmezsin ve kendini ikna edersin, etrafındakileri de ikna ettim diye sevinirsin. Haydi göreyim seni...
Unutma, başarıdaki tek kriter kazanmaktır, hep kazanmak istiyorsan miras kazanma kurallarını hep sen koy. Kardeşlerini de tamamen unutma, onlara da hamaliye gibi işler ver, ne de olsa siz kardeşsiniz. 13/10/2014
13 Ekim 2016 Perşembe
12 Ekim 2016 Çarşamba
"Ben ders anlatmıyorum...vicdanım da rahat"
Sabah ilk dersin teneffüsünde öğretmenler odasına girdi. Hemen bir sigara yaktı. Ardından konuşmaya başladı: Müdür dersime girdi. Bereket dünden haberim var idi, derse hazırlıklı gittim, günlük planımı da hazırlamıştım.
Müdür dersimi biraz dinledikten sonra dersin ortasında sınıftan ayrıldı. Müdür gittikten sonra öğrenciler: Hocam keşke her zaman müdür dersimize girseydi, dediler. Niye dediğimde, ilk defa ders anlatıyorsunuz da ondan girsin dedik dediler. Aslında çocuklar doğru söylüyorlar. Ben ders anlatmıyorum. Sınıfta oturup oturup zil çalınca çıkıp gidiyorum dedi.
Böylesi bir durumla ilk defa karşılaşmıştım. Hocam, niye anlatmıyorsun, gerçek mi söylüyorsun, dediğimde: Evet, doğru söylüyorum, dedi. Vicdanın rahat mı hocam diyecektim ki ağzımdan aldı. "Vicdanım da rahat, öğretmenliğe başladığımın ilk iki yılında ders anlattım. Bir gün annem bana, oğlum ben seni öğretmen olasın diye mi okuttum? Sana emzirdiğim sütümü helal etmiyorum, dedi. O gündür, bugündür anlatmıyorum artık. Kimse kusura bakmasın. Ben bu kadar maaşa anlatmam arkadaş, dedi. Hocam seni öğretmenlik yapacaksın diye zorlayan mı var. Niye ayrılmayı düşünmüyorsun dedim. Ne iş yapacağım ki dedi. Peki maaşın ne kadar olursa ders işlersin dediğimde bir rakam söyledi ama ne yalan söyleyeyim, dediği rakam aklımda kalmadı. Çünkü nereden bakarsan 20 yıl oldu, bu olay geçeli. Sayın hocam, iyi maaş biraz görecelidir, maaşımız ne kadar artırılırsa artırılsın, bir defa toplum olarak biz, kazancımızdan fazla harcıyoruz. Yani hep borçlanıyoruz. Dediğin rakam verilse biz bir iki ay iyi maaş alıyoruz, bundan sonra rahatladık deriz. Sonra çıtayı yükselterek menkul ve gayri menkul alarak bütçemizi zorlarız, borçlanırız. Bir müddet sonra o maaş da bizim için yeterli olmaz. Çalıştığımız görevi yapacak yüzlerce kişi var. Hiç birimiz bulunmaz Hint Kumaşı değiliz. Evet, maaşımız istenilen miktarda olmayabilir.
Maaşımızı değerlendirirken bizden düşük alanların durumuna bakarsak daha rahat ederiz. Aldığımıza şükretmek lazım. Bu ülkede asgari ücretlilere göre aldığımız maaş yabana atılır cinsten değildir. Biz ayağımızı yorganımıza göre uzatmazsak hiç bir maaş yetmez bize. Üstelik sizin eşiniz de çalışıyor, evinize çift maaş giriyor, ya bir de eşi çalışmayan tek maaşlılar ne yapacak bu durumda dediğimde, kim ne derse desin, ben ders anlatmam arkadaş sözünü yineledi. Savunması ve konuşması garibime gitti. Yaptığım doğru değil dese yine anlamaya çalışacağım. Üstelik ben sormadan vicdanım da rahat demesi sözü ağzıma tıktı neredeyse. Kendi kendime dedim. Bırakın bu arkadaşın öğretmen olarak okula ve sınıflara alınması. Veli olsa okulun kapısından içeri almam dedim ve yanından ayrıldım.
İşte bu da kendini ve vicdanını baskı altına alıp ikna etmiş kendi içinde bir idealist kişi. Böylesi numune inşallah tektir ülkemde. Benim de bahtiyarlığım burada işte. Rabbim böylesi cinsin cinsiyle tanışma ve aynı okulda çalışma imkanı bahşetti bana. 12/10/2016
Erkeklerin "gün" ile imtihanı
Bugün size bazıları için çok önemli bir günden bahsetmek istiyorum. Bilin bakalım hangi günden bahsedeceğim? Belirli gün ve haftalardan mı? Haftanın belli bir gününden mi, özellikle çalışanların sendrom yaşadığı pazartesi gününden mi? Değil efendim! Doğum, ölüm, evlilik yıl dönümü mü? Maalesef değil. Tatil günü mü? Mübarek bir gece mi? Hiç biri değil efendim! Bilemediniz.
Erkeklerin imtihanı olan bir gün bu? Haydi zorlayın biraz kendinizi. Anlaşılan bulamadınız bu günü. Daha fazla uğraştırmayayım sizi. Kadınların gündüz oturmalarından bahsetmek istiyorum. Hani öğleden sonraları aralarında oturmaları var ya. İşte benim kastettiğim gün bu. Tabii gün erkeklerin olmayınca ilk etapta aklınıza gelmesi mümkün değil. Ama küçümsemeyin bu günü. Bu gün kadınlar için özellikle çalışmayan ev hanımları için vazgeçilmezdir. Onlar oturur, evin erkeği saç-baş yolar eğer uygun bir yer bulabilirse...
Eskiden TV'nin çok yaygın olmadığı dönemlerde Anadolu'nun bir çok yerinde uzun kış akşamlarında baranalar olurdu erkeklerin oturduğu. Şimdilerde TV ve internet ortaya çıkınca erkeklerin bu oturması pek kalmadı. Kadınların oturması ise erkeklerin akşam oturmasının gündüz varyantı yani.
Şimdi anlaşıldı sanırım hangi günü kastettiğim. Mesele gün ise sıra iledir bir defa. Güne katılan kadınların evlerine sıra ile gidilir. Son bahar ile başlanır oturmaya, yaza kadar devam eder. Oturma öğleden sonra başlar. Genellikle yaz aylarında ara verilir. Oturmanın olacağı evde ev temizliği yapılır günler öncesinden. Ardından çayın yanında ikram edilecek nevale için hummalı bir hazırlık yapılır o gün erkenden. O gün gelip çatınca evde olan erkekler kendine bir yer bulmak zorunda. İşi olsa da olmasa da o gün evde erkek sinek bile barındırılmaz. Eğer işe gitmişse iş çıkışı bir yerlerde oyalanmalı ki, kadınlar rahat edebilsin. Erkeğin eve dönüşü kadınların gidişine bağlıdır. İş çıkışı şurası senin, burası benim dolaşan erkek, yorgun-argın eve gelir. Evde yine bir hazırlık ki deme gitsin. Bu sefer misafir sonrası ev temizliği yapılır. Akşam yenecek yemek her halükarda zamanında yenmez. Çünkü mutfaktaki misafir tabaklarının yerleştirilmesi gerekir. Önüne konacak yemek ise eğer sabahtan hazırlanmamışsa bugünler için fazladan yapılmış dünden kalan yemek ısıtılır önüne konur, ya da misafirden arta kalan pasta, kek vb şeylerle geçiştirirsin. Evin hanımının oturmasına gerek yoktur. Çünkü o, az önce uğurladığı misafirleriyle beraber karnını doyurmuştur. Yemeği sen kendi başına yemek zorundasın bugün. Eşin gitmişse eğer güne, yine tek başına oturmalısın sofraya. Bereket her gün, gün yapmıyorlar. Biraz insaflılar. Haftada bir yapılıyor. Ya her gün, gün yapsalar ne yapacaktı erkekler! Duruma bir de bu açıdan yani bardağın dolu tarafından bakmak gerekir, öyle değil mi? Eğer eşinizin birden fazla katıldığı gün var ise o zaman yatıp ağlayacaksın, kalkıp ağlayacaksın. Ya bir de bu günler paralı ise, senden çıkan para da sana gelmez bilesin.
Mübarekler! kafaya koydunuz, haydi oturacaksınız. Bari erken oturmaya başlayıp erken kalksanız ne olur? Uzun yaz günlerini tatil ile geçirip de kışın kısa günlerinde gün düzenlemek de neyin nesi? Ya bir de güne gelenin evi uzaksa, bir de bu muhtereme araba sürmeyi bilmiyorsa; eşi ya onu önce bırakacak, sonra götürmek için tekrar gelecek, ya da dolmuş, otobüse binecek. Herkesin iş çıkışı bunlar da gezmeden gelecekler. O vakitte toplu taşıma araçlarının kendi kalabalığı kendine yeterken bir de bu günden kaynaklanan kamberler ekleniyor. Kazara evin erkeği nerede kaldın dese anlatacaklarını dinlemen için dünden kalan yemeği, ya da arta kalan pastaları yemeye de vaktin olmaz zaten.
En iyisi onlar gitmeye devam edip felekten bir gün daha çalsınlar. Sen de eğer vakit geçirebilirsen acı-zulüm bir gün geçir. Ne diyelim, bütün derdimiz bu günler gibi olsun. Allah başka dert ve keder vermesin.
Çözüm ne o zaman? Ya erkekler de böyle bir gün düzenleyecek, ya bu duruma gönüllü tahammül gösterecek, ya da kaderim kaderim diye sayıklayıp duracak.
Bereket sizde böyle bir durum yok. Ne kadar şanslısınız... 12/10/2016
Kaydol:
Yorumlar (Atom)