29 Eylül 2016 Perşembe

Milli meselemiz: Eğitim ve öğretim (1) *


Yeni eğitim ve öğretim yılının başlaması sebebiyle eğitim ve öğretimdeki eksikliklere dikkat çekmek; öğrenci, veli ve öğretmenin birbirlerine karşı  beklentilerine işaret etmek için gazetemizde “Eğitim ve öğretimde nakısalar meydana gelmesin,” “Bugün okullu oldum,” “Çocuğumu çocuğunuz bilin,” ve  “Emanetiniz emanetimdir” başlıklı peşi sıra dört yazı kaleme aldım. Aynı konuda arka arkaya yazılan yazılar belki biraz sıkıcı gelebilir  ama eğitim ve öğretim bizim milli meselemiz ne de olsa.

Ülkemizde her konu uzmanına bırakılırken tıp, eğitim-öğretim ve din alanında herkesin konuştuğunu görmekteyiz. Hele bir hasta olmaya gör: Şu doktor iyi, şu kötü, ameliyat ol veya olma, şu şu otu şöyle kaynatacaksın...gibi tavsiyelere muhatap olursun. Hem de ücretsiz muayene... Eğitim ve öğretim alanında: Eğitim şöyle olmalı, öğretmenler iyi değil, şu kadar tatil yapılıyor, durmadan para istiyorlar, okullar temiz değil, zaten müdür de iyi değil, ben öğretmen olsam bundan daha iyi yaparım... gibi nutuk ve serzenişlerin sayısı belli değil. Hepimiz eğitimin uzmanıyız görünürde. Din alanında örnek vermeye gerek yok, bu konuda da hepimiz allame-i cihanız  zaten...

Devlet-millet, anne-babalar, eğitimciler geçmişte olmadığı kadar öğretime önem verdiğimiz bir süreci yaşıyoruz. Hepimizin ortak görüşü eğitimde sıkıntıların olduğudur. Bunun farkında olan devlet okulları fiziki olarak iyileştirmek, derslik ihtiyacını gidermek ayrıca okulların temizlik, kırtasiye, yakıt, su ve hizmetli sorununu çözmek için kesenin ağzını açtı nice zamandır. Teknik alt yapıda gözle görülür iyileştirmeler yaptı. Sistem değişikliğine giderek haftalık ders saatlerini artırdı. Derslerin öğretim programlarını ve sınav sistemini değiştirdi. Atamalarla yöneticilerini yeniledi. Vatandaş da çocuğunun iyi bir eğitim ve öğretim alabilmesi için saçını süpürge etmektedir. Eğitimin içinde olan-olmayan herkesteki ortak kanaat eğitim ve öğretim iyi değil, iyileştirilmesi lazım. Gördüğüm kadarıyla herkesin güzel temennileri ve beklentileri var. Fakat nedense bu kadar bileşenlerin önem verdiği  bir eğitim ve öğretimden maalesef istenildiği kadar verim  alınamamaktadır.

Toplumda yine bir furyadır gidiyor. Herkes bulunduğu yerde kendisini bulunmaz Hint kumaşı sanıyor. Kendisini vazgeçilmez görüyor. Söze “Ne iş yapıyor ki” diye başlayarak hep başka meslek erbabını kötülüyor.  Ne devlet adına iş yapan yetkililer kendini sorguluyor, ne vatandaş kendisini hesaba çekiyor, ne de öğretmen ve okul yöneticisi nerede eksiklik yapıyoruz şeklinde bir öz eleştiri yapıyor. Hep kendimizi temize çıkarıp başkasını suçlamaya çalışıyoruz. Hiç birimiz burnundan kıl aldırmıyor. Halbuki bir yerde başarı-başarısızlık varsa suçu tek tarafa yıkmaktan ziyade eğitim ve öğretimin içinde ve dışında tüm paydaşların az veya çok olumlu-olumsuz bir etkisi/katkısı vardır. Başarının sahibi çoktur. Fakat başarısızlığın sahipleneni maalesef yoktur. Toplum olarak başarısızlığa kılıf bulmada, gerekçe hazırlamada ve suçlu bulmada yine üstümüze yoktur. Mazeret bulma sadece o an için egomuzu tatmin eder. Başkasını ikna ettik derken aslında kendimizi kandırıp topu taca atıyoruz. Yukarıdan aşağıya bir suçlama, aşağıdan yukarıya bir suçlamadır gidiyor hep. Keşke suçlama ve eleştiriyle birlikte başarı gelseydi gam yemezdim gerçekten. Suçladığımız insanların onurlarıyla oynarız. Onuru incinen insandan hiçbir zaman verim beklenemez. Suçlanan insan hata üstüne hata yapmaya devam eder.

Devlet, vatandaş, öğretmen, yönetici, öğrenci kim olursak olalım, iyi bir eğitim ve öğretim bekleyen hepimiz ilk önce  taşın altına elimizi koyarak bulunduğumuz mevkideki sorumluluğumuzu vicdani sorumluluk çerçevesinde  en iyi şekilde ifa edelim. Kendimiz yaptığımız işi düzgün yapalım, birbirimize güvenelim, gizli ajanda taşımayalım, öğretim için gösterdiğimiz gayretin birazını da hep ihmal ettiğimiz eğitime verelim.  Eğitim sistemi üzerinde sonuç almadan sık sık değişiklik yapmayalım.  İyi arayan, iyinin peşinde olan herkes aynaya bakarak ilk önce kendimiz iyi olalım. (Bir sonraki yazımda -fırsat bulursam- eğitim ve öğretimde çözüm önerilerine değinmek istiyorum.)

* 01/10/2016 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

Perdenin Cemaziyel Evvelini Hatırlayanınız Var mı?



Resimde eski perde örneklerini görebilirsiniz. Yeni nesil pek bilmez.

●Masrafsız, aileye yük getirmeyen, kullanışlı bir perdedir.
●Perdenin en boy uzunluğu pencere büyüklüğü kadardır.
●Perdeyi açmak için özel kurs görmek gerekmez. 7'den 70'e açabilir. Günde istenildiği kadar  aç-kapa yapılabilir.
●Yıkamak ve ütülemek aileye sıkıntı vermez.
●Dışarı bakmak-seyretmek istenildiğinde perdeyi kaldırıp rahatça bakılabilir.
●Pencerenin iki tarafına çakılmış iki çiviye takılır. Takması da kolaydır.
●Perde fazla kalın değildir. Pencere açıldığı zaman rüzgarla birlikte perde havalanarak içeriye serinlik verir.
●Perdeyi açınca çiviye, pencere üstüne kolayca konur. Ya da bağlanır.

Şimdiki perdelere gelince ne sen sor ne de ben söyleyeyim.
●Masrafın üst limiti yoktur.
●Eni ve boyu duvardan duvarı kaplar. Tavan-taban perdedir.
●Açılması, çıkarılması, takılması işkencedir. Kazara yıkanacaksa ya da takılacaksa mutlaka merdiven gerekir.
●İstediğin tarafa perde açılmaz.
●Her istediğin zaman perdeyi açamazsın. Çünkü ayrı bir tören gerekir. Açmaya uğraşmaktansa karanlıkta ve sıcak ortamda oturma genelde tercih edilir.
●Duvardan serinlik gelir ama asla perde bölgesinden esinti gelmez. Biraz serinlik gelsin diye pencereyi acarsan perdeden hic esinti geçemez. En iyisi isilik olmak dersin.

Sonuç: İnsanlık yokluk içerisinde kolay, pratik, kullanışlı ve hesaplı bir çözüm bulmuş. Şimdi ise insanımız varlık içerisinde sıkıntı çekmek için çaba sarfediyor.







İyi çaba sarfetmeler. 29/09/2015

28 Eylül 2016 Çarşamba

"Onlarla en güzel şekilde mücadele et!"... Vusulsüzlüğümüz usulsüzlüğümüzdendir *

"Sert ve kaba konuşan kişilerin çoğu, muhatabı korkutmaktan ziyade içlerindeki korkuyu dindirmek için bu yola baş vururlar.

Muhalif saftaki insana söylenecek sert bir söz veya yanlış bir tavır, onu durduğu yere daha da sıkı bağlar. Sosyal medyada da buna dikkat edilmeli. Küfür, hakaret, alay vb şeyler bir müslümana yakışmaz.

Hiç bir peygamber muhataplarına bağırmamıştır. Koyu bir putperestlik içinde oldukları halde 'Ey kavmim!' diye onlara hitap etmişlerdir.

Muhatabımızın yanlışını, onu ezmenin, ifşa edip rezil etmenin bir fırsatı olarak değil, ona ulaşmanın bir kapısı olarak değerlendirmek gerekir.

İletişimi başlatan da bitiren de SÖZ'dür.

Müminin en güçlü silahı, onun hoş sözü ve güzel ahlakıdır.

'Müslüman, eliyle ve diliyle başkasına zarar vermeyendir' demiş Rasulullah(sav).

O halde, elimiz hep sıkılmış yumruk, dilimiz de sokmak için hareket halindeki yılan gibi olmamalı.

Her insan müslüman olmak için adaydır. Allah'ın temiz fıtrat üzerine  yarattığı insan oğlu çevresinin yanlış etkileri sebebiyle değişir, özüne yabancılaşır. CİHAD; o insanın elinden tutmak, özüne döndermek, onu sahil-i selamete çıkaracak gemiye buyur etmektir. Müslümanlar, insanlığı kurtaracak geminin hem kaptanı hem de hizmet personeli olmalıdırlar.

Bilmeliyiz ki, el uzatamadığımız insanların akibetinden bizler de sorumlu tutulacağız.

Müslümanlar, saldırmak için değil, saldırganı engellemek için güçlü olmalıdırlar. 'CİHAD', böylesi temiz bir amaç uğruna yapılan mücadelenin adıdır. Gerisi boş bir kavgadır.

İslam dünyasında gerçek bir fikir özgürlüğü vardı. 'Sizin dininiz size, benim dinim bana' hakikati hükümferma idi. Zamanla yaygınlaşan cehalet, başka fikirlere karşı korkuyu ve peşinden de tahammülsüzlüğü doğurdu.

Aykırı fikir ve inançlardan korkmamalıyız; korktukça tehlikesi daha da artar çünkü."

* Kahta İHL'de birlikte çalışmaktan onur duyduğum saygıdeğer meslektaşım Mehmet CÖMERT'in facebook sayfasında kesik kesik paylaştığı cümlelerinin tarafımca derlenmesinden ibarettir. Sadece yazının başlığı bana aittir. Altına imzamı atıyorum. Müslümanlığı kimseye bırakmayıp geleni azarlayan, gideni azarlayan bizim mahallenin yol bilmez, yordam bilmez, samimi insanlarına ithaf olsun bu yazı... Eline sağlık Mehmet Hocam... 28.09.2016