22 Eylül 2016 Perşembe

Usta dediğin böyle olur

Bir zamanların bağlatmak için aylarca sıra beklendiği ev telefonları neredeyse tarih oldu. Telefon makineleri ya atıldı ya da evin zula bir yerine kaldırıldı. Evlere döşenen telefon tesisatları da atıl durumda bekliyor. Artık gündemimizden düşmeyecek  şekilde cep telefonları girdi hayatımıza hem de yediden yetmişe. Bir taraftan kolaylık diğer taraftan başımızın belası. Bu da ayrı bir yazı konusu.

Eve internet bağlatmam gerekiyor, ilgili firma ile görüştüm. Sözleşme imzalandı. İki gün içerisinde randevu vermek için bizimle irtibat kurulacağı belirtildi. İki gün içerisinde alt yapısını sağlamakla yükümlü firmanın elemanları geldi. Dışarıdan bağlantıyı yaptılar. Ardından anlaşma yaptığımız firmanın elemanı geldi. Bağlantıyı kurmak için evin içindeki telefon hatlarını inceledi. Birini açtı, diğerini kapattı. Evin her yerindeki tüm telefon prizleri kontrol edildi. Bir türlü hattın ana merkezine ulaşamadı. "Ben içerideki hattın ana merkezini bulamadım. Bunu bulsa bulsa elektrikçi bulur. Siz bir elektrikçi bulun, elektrikçi hattı bulur, bulamasa da dışarıdan kablo çeker" dedi gitti. 

Elektrikçi buldum, fakat merdiveni yokmuş, 4 metreyi aşan bir merdiven buldum 2 gün sonra. elektrikçi geldi. Evin içine, olmadı dışına baktı nafile. Hattın ana merkezini maalesef o da bulamadı. İstersen dışarıdan kablo çekelim ama yanımda matkabım ve kablom yok, kablo alırsan yarın çekelim diyerek ayrıldı. Her ne kadar ana merkezi bulamasa da emek sarf etti. Kendisine de servis ücreti ödedim. Kapıya kadar uğurladım. 

İnternet firmasıyla anlaşma imzalayalı 7 gün oldu. Evimize internet gelmese de en azından anlaşmamız var. Tek mutluluk kaynağımız bu idi. 7.gün firmanın bir başka elemanı geldi. "Elektrikçi nerelere baktı, bir de ben bakayım, belki bulurum" dedi. Aman kalsın kardeş, siz en iyisi pencereden kabloyu geçirip bağlayın dedim. Sağ olsun. Dışarıdan bağlantıyı yaptı, pencereden daha önce elektrik kablosu için matkapla açılmış yerden kabloyu geçirip evime internetin gelmesini sağladı. Değdi mi, değmedi mi bilmiyorum ama evimizde  internetimiz var artık. 

İkinci bir mutluluk kaynağım da evin telefon hattını döşeyen arkadaşa oldu tabii. Helal olsun adama. Telefon kablolarını kim döşer? Bilmem, elektrikçi bulur dediklerine göre sanırım bu telefon hatlarını döşeyenler de onlar olmalı. Tanımıyorum ama gıyabında takdir ettim adamı. Koca evde hattın ana merkezini nereye saklamış, gerçekten hayran kaldım. adam  gerçek bir usta. Boşuna söylememiş eskiler: "Ustanın iyisi işin püf noktasını öğretmez" diye. Ustam emeğinin karşılığını almış, başka canlar yakmak için rızkının peşinde olmalı şimdi. Ama izi hiç kaybolmadı maşallah. Kaç kişi gelip gitmişse onun ustalığının püf noktasını tespit edemedi. Her gelenin açması, kapatması esnasında meydana gelen döküntüleri temizlemek de bize kaldı.

Anlayacağınız böyle derin ustaların yeteneklerini bulabilmek için geriden gelen çıraklar daha kaç fırın ekmeği yiyecekler? Bunu da zaman gösterecek. Belki de ülkenin hala ayakta kalmasının sebebi bu derin ustalardır, kim bilir? Hayır dualarımız seninle be kardeş! Yatağında rahat uyu. 22/09/2016

Çocuğumu çocuğunuz bilin... *

Uzun bir aradan sonra çocuğum bu hafta okula başladı. Baştan söyleyeyim, ben yeterince okuyamadım. Pişmanlığını duyuyorum hep. Çünkü bana yeterince rehberlik yapılmadı. Çocuğumun; vatana, millete hayırlı hizmetler yapacak şekilde okumasıdır muradım.

Biliyorum, siz kutsal bir görev ifa ediyorsunuz. İşiniz zor. Çünkü biz evde 2-3 çocukla başa çıkamazken siz yüzlercesiyle muhatap oluyorsunuz. Elleri öpülesi insanlarsınız. Öğrettiğiniz her bir harf için gerekirse köleniz olurum. Bir veli olarak sizlerden bazı isteklerim olacaktır. Umarım anlayışla karşılarsınız beni. Öncelikle yeni eğitim ve öğretiminiz müdürüyle, yardımcısıyla, öğretmeni ve personeliyle hayırlı olsun. Baştan söyleyeyim: Çocuğum başarılı- başarısız olabilir, hatta kötü de olabilir. Ama ne yaparsınız ki benim çocuğum. Atsan atılmaz, satsan satılmaz. Çocuğum akranlarının yanında farklı bir hüviyete bürünebilir, onlara  uyup yaramazlık yapabilir, derslere ilgisiz olabilir, ders çalışmayabilir, hatta anlamayabilir. Bu, onun kapasitesinin olmadığı anlamına gelmez. Mutlaka onda da -tespit edilmeyi ve işlenmeyi bekleyen- bir cevher vardır. Niyetim onu topluma kazandırmak ve faydalı bir birey olmasını sağlamaktır. Eğer kazanılamaz, dışlanırsa onun sıkıntısı mutlaka topluma ve belki de senin çocuğuna sirayet edebilir. Unutmayın ki canlı bomba olan bir kişi ama öldürdüğü insanlar yüzler olabiliyor bazen.  Bu yüzden çocuğum size emanettir. Onu kendi çocuğunuz bilin. Her ne kadar eskilerin dediği "Eti senin kemiği benim" bakış açısı -aşırı korumacılıktan olsa gerek- şimdilerde kalmasa da,  çocuğuma kendi çocuğunuza yapılmasını istediğinizi yapın. Yapılmaması gerekeni de yapmayın. Şiddet ve hakaretin dışında davranışlarına olumlu katkıda bulunacak,  açıklanabilir her türlü makul yaptırım ve cezai müeyyidenizin yanındayım, karşısında değil. Yeter ki bir amaca hizmet etsin… Size akıl vermek gibi olmasın ama öncelikle çocuğumu tanıyın, ona ilgi ve alaka gösterin. Ona zaman zaman fırsatlar verin. Dersinizi sevdirmek istiyorsanız önce kendinizi sevmesini sağlayın. Sizi severse ölümüne ders çalışır. İlk dersten son derse kadar dersleriniz dolu dolu geçsin. Özel sektörde yapamayacağınız devamsızlığı devlet sektöründe yapmayın. Her ne sebeple olursa olsun çocuğumun dersleri boş geçmesin…

Bizden istediğiniz makul isteklere kapımız hep açık. Ben size, siz de bana ve çocuğuma güvenin. Birbirimize güvenelim ki okul dışında başka alternatif yollara tevessül etmeyeyim. Kafamdaki okullardan bir şey olmaz algısını kaldırayım. Siz de bu çocuktan bir cacık olmaz yargısından vazgeçin. Derslerine takviye olması için yardımcı kaynak tavsiyesinde bulunabilirsiniz. Ama ‘Şu yazarın kitabını, şu kitapçıdan alacaksınız. Çünkü ben dersleri bu kitaptan takip edeceğim’ şeklinde nokta atış yaparsanız -kalbinizde bir kötü niyet olmasa da- ben bunda bir Çapanoğlu ararım. Lütfen pazarlamacı ve yayınevlerinin tutsağı olmayın… Güya eğitim ücretsiz. İnanın ücretli olsa bundan daha iyi. Çünkü bir veli olarak yardımcı kaynaklara verdiğimi, etüt merkezi ve temel liseye ödediğimi, servise verdiğimi, cebine koyduğum harçlığı bir araya getirsem hayatı boyunca yaşayabileceği bir iş yeri açabilirim. Yine de  eğitim ve öğretime giden param helal olsun. Ben buna hazırım. Yeter ki sonuç alabilelim.

Bir veli olarak ben de sizi tanımak, evimde misafir etmek isterim. Veli toplantısına geldiğim zaman bana, e-okul ortamından görebileceğim notunu söyleyip “Çocuğunuz çalışmıyor” demeyin. Çocuğumun yeterince çalışmadığını ben de biliyorum. Çocuğumun benim bilmediğim yönlerini söylemenizi isterim. Kaç ay geçtiği halde “Sizin çocuğunuz hangisiydi, çıkartamadım derseniz bilin ki o zaman yıkılırım.

Okulunuzun imkanları yeterli olmayabilir. Mevcut imkanları iyi değerlendirelim. Okul ve sınıf ortamları temiz olsun. Çocuklarımıza sınıfı, sırayı, duvarları hor kullanmama bilincini aşılayalım. Gerekirse kirletenlere temizletelim. Yeterli elemanınız yoksa temizlik yapacak personelin ücretini veliler olarak biz ödeyelim. Her şeyi kabul ederim ama ders işlenen yerin kirli olmasını asla kabul edemem. Kaldığı yeri sorumsuzca kullanan: “Nasılsa temizleyen var” diyerek yarın kamusal alanları da fütursuzca kirletir.

Bir veli olarak çocuğumun okuyup başarılı olması, başarılı olamasa da en azından topluma yararlı bir birey olması için  gerekirse saçımı süpürge ederim. Eğitim ve öğretim konusunda benim ve çocuğumun üzerine düşecek maddi ve manevi sorumluluğu üstlenirim. Bildiklerimi yapar, bilmediklerimi de sizden öğrenmek isterim. Sizden de görev ve sorumluluk bilinci çerçevesinde ibadet aşkıyla çalışmanızı istirham ederim.

Öğrenci-veli, öğretmen, idare ve personel olarak birbirimizi suçlamadan –taşın altına elimizi koyarak- çalışmak bizden, tevfîk Allah’tan diyelim. Allah yar ve yardımcımız olsun. 21/09/2016

24/09/2016 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde 26/09/2016 tarihinde ladik.biz sitesinde yayımlanmıştır.

20 Eylül 2016 Salı

Sevdim ben bu öğretmenliği


04.02.1992 yılında başlamıştım öğretmenliğe. 13 yıl boyunca Gaziantep-Nizip, Adıyaman-Kahta, Adana-Seyhan ilçelerinde liselerde öğretmen olarak görev yaptım. Ortalama 25-30 saat derse girdim haftada. Öğretmenliğimin en zevkli, en heyecanlı, en idealist yıllarıydı.

Öğretmenlik hayatım boyunca idarecilik yapmayacağım dememe rağmen branşıma memleketim kapalı olduğundan,  ikinci bir tayin hakkım olsun diye hiç aklımda yok iken müdürlük sınavına girdim. 24.01.2005 tarihinde müdür koltuğuna oturdum. 11 yıl boyunca   lise, ilköğretim  ve ortaokullarda yönetici olarak görev yaptım. Toplantılardan fırsat buldukça 2-6 saat arasında derse girdim, eğer buna ders denirse. Kafam meşgul ve iş yoğun iken girdiğim derslerdi. Zira yöneticilerin girdiği derslerden hayır gelmezdi. Bu yüzden bu aşamada girdiğim derslerden hiç haz almadım.

Koltuğa oturduğum andan itibaren yönetici olarak yaptığım görevden hiç hoşlanmadım. Çünkü yaptığımız idarecilikten ziyade evrak memurluğu idi. Yetkisi olmadan her türlü sorumluluğun verildiği bir makamdı zira. Öğretmenini, öğrencini, velini, servisçini, kantincini, personelini, muhitini, milli eğitimini aklına gelebilecek her kesimi memnun ve hoşnut edeceksin. Sen hep içine atıp dişini sıkacaksın. Sana kimse derdin nedir diye sormayacak, herkes hizmet bekleyecek, işinin olduğuna bakacak.  Sürekli değişen sisteme, mevzuata ayak uyduracaksın.  Fincancı katırlarını ürkütmeyeceksin. Sabahtan akşama okula kendini bağladığın gibi yeri geldiği zaman hafta sonu ve akşamları da okulda bulunacaksın. Okuldan ayrılsan da aklın orada kalacak... Sonu gelmeyen resmi yazılara süresi içerisinde cevap vereceksin... Gerekli gereksiz istekleri yaptıktan sonra fırsat bulabilirsen müdürlük yapacaksın...

Müdürlüğe geçtiğim andan itibaren sırtımdaki bu yumurta küfesinden bugün kurtulacağım, yarın kurtulacağım derken 2005'ten bugüne 11 yıl geçmiş. Dilimle söylediğimi 2016 yılında beynimde de bitirerek 22/07/2016 günü itibariyle öğretmenliğe döndüm. Yıllardır yapmadığım yaz tatilini de doya doya yaşadım.

01/09/2016 tarihi itibariyle mesleki çalışma için okulda bulundum. 19/09/2016 günü itibariyle bayramdan sonra öğretmenliğe yeniden adım attım. İlk günde 6 saat derse girdim. Okuldan ayrılırken öğretmenlik yıllarım gözümün önüne geldi. İçim huzurluydu, zevk de aldım girdiğim derslerden. Ben içten içe huzur duyarken biz sabahçı grubu savan idarecilerimiz öğlenci grubu almaya hazırlanıyorlardı. Acıdım hallerine gerçekten. Sabahtan beri odasında, koridorda gördüğüm yöneticilerin yüzü gülmüyordu. Kim onları nerede yakalamışsa bir şey istiyordu kendilerinden. Birinin işini yaparken diğeri sıra bekliyordu arkasında. Allah hepimizin yardımcısı olsun, hele de idarecilerin. Yanlarına gelenlerin kaçını memnun ettiler, kaçı kırgın ve kızgın ayrıldı kim bilir? Yaptıkları evrak memurluğu ve idarecilik dolayısıyla kaç dost edinebilecekler zaman gösterir. Çünkü idarecinin dostu olmaz. Bakmayın siz bir hevesle çoğu kimsenin yönetici olmak için çaba sarf ettiğine. Çünkü davulun sesi uzaktan hoş gelir hep.


İdareciliğe son noktayı koyarken,  kafamda taşıdığım bunca aradan sonra acaba yapabilir miyim endişesinin yersiz olduğunu anladım. İlerlemiş yaşıma rağmen ilk gün girdiğim dersten zevk aldım. Sınıflarda gözleri parıldayan öğrenciler gördüm, sorduğum sorulara cevap veren ve soru soran. Bundan önce 11 yıl boyunca iyi-kötü genelde büyüklerin işini yapmaya çalıştım. Şimdi sıra almaya meyilli küçük dimağlarda. Verimli olacağıma da inanıyorum. Daha ilk günden diyorum ki iyi ki dönmüşüm asıl mesleğime.  Darısı isteyenlere... 

Oh be! Dünya varmış... 19/09/2016