6 Eylül 2016 Salı
"Dikiş makinesi bir evi besler"
1988 yılında üniversite 2.sınıf öğrencisiyim. Evlenmek için hazırlık yapıyorum. Şimdiki evleneceklerin hazırlığına benzemiyordu bizimkisi. 12 duvar yastığın, bir Demirci Halın, bir vitrinin, bir iki yorgan, yastık ve döşeğin varsa evliliğe hazırsın demekti. Ayrı ev döşenecek, evin içi her şeyiyle donatılacak gibi istekler olmazdı.
Düğün yaklaşırken kayınvalidem: "Damat! Bir de dikiş makinesi al, kızım dikişten anlar. Bu makine bir evi besler..." dedi. Bu iş iyiymiş, zaten öğrenciyim. Alacağım makine beni geçindirecek. Gittim sordum soruşturdum. 150 bin liraya bir makine buldum. Nikah öncesi hazırlanan mehirde de 75 gram altın mehri müeccel olarak belirlendi.
23 Ekim günü düğünümüz yapıldı. Hem okuyorum hem de iş bulursam hafta sonları inşaatlarda çalışıyorum. 1991 yılında okuldan üç çocuklu bir baba olarak mezun oldum. 88'den bugüne ülkenin değişik yerlerinde görev yapmamdan dolayı 10 defa eşya taşıdım. Her taşındığımda dikiş makinesi beni gölge gibi takip etti. Evin en uygun yerine itinalı bir şekilde yerleştirdik hep. Üzerini de beyaz renkli, delikli örgüyle süsledik.
Eşim zaman zaman sökük dökük dikmek için açtı-kapattı gözümüzün nuru makineyi. Pantolonumun paçası söküldü bazen. Terziye kim gidecek. Uzattım hanıma. Paçasını bir dikiver diye. Bu makine onu dikmez dedi. Pantolonun şurası döküldü. Bunu bari dikelim. "Sen bunu terziye götür. Bunda dikilmez o" cevabı aldım. Evde makine var ama her defasında terzinin yolunu tuttum.
2016 yılında daha geniş bir eve çıkayım diyerek 11.defa ev taşıdım. Bu sefer makineyi aldım eski evin önüne koydum biri götürsün diye. İki gün boyunca kimse dokunmadı makineme. Ne alan var, ne de dokunan.
Hasılı 28 yıl gözüm gibi koruduğum, gittiğim yere özenle taşıdığım, zamanın behrinde 150 bin liraya aldığım makinemin bırakın evimi geçindirmesini bir söküğümü bile dikmedi. Hiç yarama merhem olmadı. Yokluk içerisinde verdiğim 150 bine mi yanayım, 10 defa taşıdığıma mı, daracık evlerimin bir köşesinde üstü örtülü bir şekilde itinayla koruduğuma mı yanayım?
04.09.2016 günü itibariyle makinem benden, ben de ondan kurtuldum şimdilik. Hiçbir şeye yanmam da bu kadar sıkleti çektim, bana bir kuruşluk katkısı bari olsaydı hiç gam yemezdim. 06.09.2016
5 Eylül 2016 Pazartesi
"Namazında niyazında..."*
Yaşadığımız süreçte hep kandırılıp orta yerde kalınca insan
değerlendirme kriterimizi yeniden ele almamız gerektiğini düşünmekteyim nice
zamandır.
Anadolu insanı olarak oğlumuza gelin, kızımıza damat
ararken, biriyle iş vb ticaret yapacağımızda önceden sorar soruştururuz: "
Falan kimse nasıl biridir" diye. Bu da çok doğal bir durumdur. Genelde:
"Çok iyi biridir; Namazında, niyazında..."cevabını alırız. Böyle bir
değerlendirme sonucuna göre hareket ederiz çoğunlukla.
Koyduğumuz kriter yabana atılır türden değildir. Zira
Ankebut 45.ayet: "...Çünkü namaz, insanı hayâsızlıktan ve
kötülükten alıkor..." diyerek namaz ile kötülüğün bir arada
bulunamayacağına işaret etmektedir. Ayetten, namaz kılanın kötülüklerle
işi olmaz, hükmünü çıkaran bizler çoğu zaman 'Namazında ve niyazında' olanlarla
sorun yaşamaktayız. O zaman kıldığımız namazda bir sorun olmalı. Döndüğümüz
kıble aynı, kıldığımız namaz aynı olduğuna göre namaz kılmadaki niyetlerimiz
farklı olsa gerek. Kimsenin niyetini sorgulama imkanımız yok ama sonuçları
itibariyle baktığımız zaman sanırım kimimiz Allah rızası için kılarken kimimiz
gösteriş, kimimiz alışkanlık gereği; kimimiz işi icabı, kimimiz mahalle
baskısından dolayı kılıyoruz anlaşılan.
Tekrar tekrar kanmamak için ne yapmamız lazım? İnsan
değerlendirme kriterlerimize yeni ilaveler koymamız gerekir: Haram lokma yer
mi? Üretken biri mi, yoksa asalak biri mi? Cömert mi? İş ahlakı nasıl? Dinarla/parayla
arası nasıl? Kötü günde yarı yolda bırakır mı? Laf taşır mı? Gıybet eder mi?
İftara atar mı? Yalan konuşur mu? Makam, mevki ve sosyal statüye karşı bakış
açısı nasıldır? Emanete ihanet eder mi? Muhatabına güven veriyor mu?
Komşularıyla ilişkisi hangi seviyededir? Çalışanının hakkını koruma durumu
hangi boyuttadır? Özü ve sözü bir mi? Sözünün eri mi? Kul hakkı yer mi? gibi
kriterlerle değerlendirme yapmalıyız. Her ne kadar "Namaz gözümüzün nuru,
müminin miracı” olsa da namaz-niyaz kriteriyle aynı deliğe defalarca girip yarı
yolda kalma gibi bir lüksümüz olmamalı artık. Çünkü kötüler bizi zaaf ve hassas
yönlerimizle vuruyor. Ayrıca din algımızı değiştirmemiz gerekir.
Din eğitimindeki metodumuzu gözden geçirmeliyiz. Ağaç
yaşken eğilir misali küçük yaştaki çocuklarımıza "İslam güzel
ahlaktır" prensibi gereğince ezber, dua ve bilgiden ziyade ilk önce
herkesin kabul ettiği genel geçer ahlaki değerleri benimsetmeliyiz. Yaşadığımız
çağda insan, aradığı ve ihtiyaç hissettiği zaman bilgiye her daim ulaşabilir.
"Rahmeti gazabından fazla" olan Allah anlayışından ziyade
"taş yapan," Cehennemde yakacak olan korkuya dayalı bir Allah
algısının kimseye faydası olamaz. Küçük yaştaki dimağlara, “Müslüman: Elinden
ve dilinden başkasının emin olduğu kimsedir" prensibini sevgiye dayalı bir
yöntemle işlemeliyiz. Sevgisini vermeden başvurulacak şiddet/baskı maalesef
nefret tohumları ekiyor sadece.
Hz İbrahim gibi öz güven sahibi, cömert ve mücadeleci, Hz
Muhammed gibi emin, Davut peygamber gibi elinin emeğini yiyen… önder kişiler
olacak nesiller yetiştirmek için çaba sarf etmeli. İnsanlara ve çocuklara din
ve diyanet anlatan kişiler her şeyden önce yaşantılarıyla örnek olmalıdırlar.
05/09/2016
* 19.10.2016 da Anadolu 'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.
* 19.10.2016 da Anadolu 'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.
4 Eylül 2016 Pazar
Geleceğimizi heba etmeyelim! *
Eskiler,
okuyan birini gördükleri zaman: "Başımıza ne gelirse cehaletten, hiç
bilenle bilmeyen bir olur mu, bu yüzden okumak lazım, okuyun yavrum! Okuyun,
bizim gibi cahil kalmayın, adam olun" derlerdi. Bir zamanlar özellikle
kadınlar arasında okur-yazar olmayanların sayısı çoktu. Okur-yazar olanların
çoğu da ilkokulu güç-bela bitirmiş kişilerden oluşurdu. Günümüzde okur-yazar
olanların sayısı çok. Hatta üniversite bitirmişimiz de az değil aramızda.
Okumuşların
sayısının çok olması maalesef yüzümüzü güldürmedi. Sonuçları itibariyle
okumuşun bu ülkeye verdiği tahribatı maalesef okumamışlar vermedi. Ülkeye diz
çöktürmek isteyen örgüt liderlerine bakalım. Hemen hemen çoğu üniversite okumuş
kişiler. DHKP-C lideri Dursun KARATAŞ İÜ Orman Fakültesi, PKK kurucusu Abdullah
ÖCALAN, AÜ Siyasal Bilgiler öğrencisi, FETÖ lideri, kendisi ilkokul mezunu olsa
da arkasından sürüklediği kişilerin kahir ekseriyeti üniversite mezunudur
maalesef. Canlı bomba olanların içerisinde de üniversite öğrencilerinin sayısı
az değildir. Okumanın önemi konusunda herkes hem fikirdir. Bu, tartışılmaz.
Günümüzün
en önemli sorunu okumuş insan faktörüdür.
Çünkü okumadaki niyetimiz adam olmaktan ziyade rahat edebileceğimiz,
bizi terletmeyen bir meslek sahibi olmak, üretmeden kazanmak, işimizde zirveye
çıkmak, sosyal statü elde etmek, emek sarf etmeden kısa zamanda köşeyi dönüp
ekonomik refaha kavuşmak, işimizdeki kaçamak yolları öğrenmek ve uygulamak,
nasıl vermeden alabiliriz şeklinde örnekleri çoğaltabiliriz. Herkes böyledir
demiyorum. Ama genelin bilinçaltında maalesef bu vb. bakış açısı yatmaktadır.
Özelliklerini saydığım bu insan tipi okumuşun iyi görüneni sayılabilir.
Türkiye'yi ve dünyayı kana bulayan ve yaşadığımız evreni yaşanmaz kılan terör
örgütü liderleri ve adına süper devlet denen modern görünümlü kana doymayan
yöneticileri yine okumuşlardır. Bugün dünyanın çektiği de budur.
Türkiye
ve dünya okumuştan çekiyor diye okumaktan vaz mı geçeceğiz? Asla. Okumaktan ve
okutmaktan başka çaremiz yok. İşte okulların açılmasına ramak kaldı. Veli ve
çocuklarında bir koşuşturma başladı bile hangi okulda okuyayım diye. Kimi kayıt
alanındaki okulu beğenmeyip sahte adres kaydıyla beğendiği okula kayıt
yaptırıyor. Kimi iyi bir lisede okumak niyetiyle kazandığı okuldan başka okula
geçmek için 3 haftadır nakil başvurusunda bulunuyor. Kimi de özel okulda, temel lisede veya açık lisede okumak için
girişimlerde bulunuyor. İş okul seçmeyle de kalmıyor, son sınıfta dershane
görevi gören etüt merkezine yazılma, temel liseye geçme veya devam ettiği
okulun kurslarına girme seçenekleri ortaya çıkıyor. Alınacak yardımcı
kaynakları saymıyorum bile. Okuldan mezun olan öğrenci, istediği bir bölüme girememişse
"Okulum iyi değildi," okul yönetimi ve öğretmeni de
"Öğrencilerde kapasite yok, velileri zaten sorumsuz" demeye başlıyor.
Başarının sahip çıkanı çoktur da başarısızlığın sahibi yok maalesef. Bu ülkede
herkes birbirini suçlar durur. Biz birbirimizi suçlamaya devam edelim etmesine.
Ama bunun kimseye faydası yok. Bu, sadece bir savunma ve saldırı refleksidir.
Fakat şunu unutmayalım ki eğitim ve öğretimimiz sos veriyor. Aldığımız
eğitimden memnun olmayanlar eksikliği alternatif yollara yönelerek gidermeye
çalışıyor. Bugün FETÖ diye isimlendirilen yapı da bu eksiklikten nemalanmıştır
uzun yıllar. Sonuç malumunuz hüsran maalesef.
Eğitimdeki
başarısızlığımızdan dolayı alternatif yollara yönelme bize pahalıya mal oldu.
Bu yüzden her şeyden önce eğitime bir neşter vurmamız lazım. Devlet okulları
herkesin tek alternatifi olan eğitim yuvaları olmalı. Bu inanın çok zor değil.
Öğrenci, veli, yönetici, öğretmen, MEM, MEB sorumlu olduğu alanı bilir, herkes
hesap verebilir durumda olursa bu işte başarı elde ederiz.
*07/09/2016 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)