22 Haziran 2016 Çarşamba

Filistin-İsrail gibiydik biz onunla...*

İlk Kur'an eğitimini babasından almış, dokuz yaşında hafız olmuş, 10 yıl kadar medrese eğitimi görmüş, hukuk ve ilahiyat okumuş, 12 yıl imamlık ve vaizlik yaptıktan sonra 1980 yılında "İslam Felsefesi" alanında doktorasını tamamlamış, sonra doçent, ardından da profesör unvanını almış, bir İlahiyat Fakültesinin kurucu dekanlığını yapmış, çok sayıda kitabı olan, konferans ve TV programlarıyla ün yapmış, hitabeti güçlü ve siyaset yapmış biri idi. 

Mide kanseri tedavisi görmekte iken  22/06/2016 günü vefat etti. Hayat hikayesini zaten kısa bir araştırmayla her birimiz öğrenebiliriz. Samimi bir Müslüman mı idi, değil miydi bilmem. Halihazırda amel defteri kapanmış, hatasıyla sevabıyla dünyadaki rolünü tamamlamış biri artık. Yaptıklarına ve yapmadıklarına göre hesaba çekilecektir mutlaka. Niyetim mevtanın ardından lehinde ve aleyhinde konuşmak değildir. Hele öldükten sonra ardından konuşmak hiç mizacıma uygun değil. Son zamanlardaki görüntüsü ölmüş ölmüş dirilmiş birini andırıyordu. Belki de var olduğuna inandığı reenkarnasyon daha vefat etmeden kendinde görünmüştü.

Siyasete atılıncaya kadar  bazı kanalların müdavimi idi. Kendisi programlar yapardı. Çoğu zaman gündem oluştururdu. Farklı fikirleri vardı. Aslında farklı denen fikirler dünün şaz görüşleriydi.  Yeni bir şey söylemiyordu yani. Sadece tozlu raflarda kalmış bilgi kırıntılarını ortaya çıkarırdı yeni diye. İçinden çıktığı camia ile barışık değildi. Sırtı dönüktü onlara. Hiç sevmedi onları. Neredeyse düşman gibi gördü. Camiası da ondan hiç haz almadı. Kardeştiler ama düşman kardeş... Tıpkı İsmail'in soyundan gelen Filistinliler ile İshak'ın soyundan gelen İsrailoğulları gibi. Belki onlar gibi birbirimizi öldürmedik ama yeri geldi ölmek ve öldürmekten beter yaptık birbirimizi. Kalpten kalbe yol oluşmadı bir türlü. O bizi horladı, biz de onu. Aslında Kur'an hafızı olması, manasına hakim olması bir avantaj idi. Daha fazla Kur'an'la hemhal olacağı yerde içinden çıktığı camiasıyla düşman kardeşler rolüne soyundu. Kibirli ve mağrur bir görüntü sergiledi camiasına karşı. Çok iyi bildiği felsefesinde içinden çıktığı zümreye karşı tevazua yer yoktu... Medyatik olması, etrafını çeviren şöhret duvarı dolayısıyla ötesini maalesef göremedi. Belki de görün beni dedi, biz görmek istemedik.  Görüşü hoşumuza gitse bile söyleyene bakarak tavır aldık. Yani Hoca camiasını, camiası da Hocayı yok kabul etti. Birbirimize  karşı körler ve sağırlara oynadık. Asla güven vermedik yek diğerimize. Tek fayda sağlamadık başkasına  gülünç duruma düşmekten başka.  

Ben buna ötekileştirme diyorum. Oluşan ortam tam bir ötekileştirme idi. Sonunda iki taraf da kaybetti. Çünkü bizim asla farklı fikre tahammülümüz olmadı. Farklı düşünceye saygı duymadık. Farklı düşünen ile medenice tartışmadık. İletişimi kapattık birbirimize. Tu kaka yaptı birimiz diğerini. Farklı fikrine saygı duyup yanlışını en güzel yolla tartışma yolunu seçemedik. Sonunda o yoluna gitti, biz yolumuza. Birbirimize tahammül edememenin sonucunda o farklı bir kulvarda, farklı bir atmosferde hayatına devam etti. Biz de kabuğumuzdan çıkamadık... Ne biz onun Müslümanlığını beğendik ne de o bizim. 

Etrafımıza bir bakalım çevremiz ötekileştirilip diğer mahalleye gönderdiklerimizle dolu. Diğer mahallelerden adam kazanacağımız yerde diğer muhitlere bol adam transfer ettik ve onlara hain gözüyle baktık maalesef. Bir arada tutunmak için yollar arayacağımız yerde ayrılmak için yollar icat ettik.

Yanlış mı düşünüyorum yoksa? Farklı düşüneni linç etmekten ziyade ortak noktalarımızı bulmaya çalışsaydık nasıl olurdu acaba? 22/06/2016

* 25.06.2016 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

Gel maharetini bir de burada göster!

Bazıları: "Efendim! Ben çok başarılıyım, şu sınavı kazandım, bundan en yüksek puanlar aldım. Şöyle başarılı hizmetler yaptım, şu kadar proje gerçekleştirdim, öğrencilerim derece üstüne derece yaptılar; şu kadar teşekkür, takdir, aylıkla ödül ve başarı belgem var, bu kadar hizmetim var..." gibi hamasi duygular içerisinde olup duygu sömürüsü yapan insanlar vardır.

Tamam başarılı olmuş olabilirsiniz. Madem kendine çok güveniyorsun. Gel seni sözlü mülakata alalım, sıraladığın başarıları ve yaptığın hizmetleri bir de burada göster. Zira Halep oradaysa arşın burada işte....  Sonra senin girdiğin sınavlarda kopya çekmediğini nereden bilelim, belki de soruları daha önce sana vermişlerdir. Bir defa idarecilik öyle sorulara cevap vermekle, yazılı sınavlarda başarılı olmakla yapılabilecek bir görev değildir.  Sonra ezberledin belki de soruları. Oyunun kurallarını sen değil bir defa biz koyarız. Çünkü şu anda tokmak bizdedir. Haydi buyur yapacağım sözlü mülakata gir, hatta insanlık bende kalsın, mülakatta soracağım soruların konularını da vereyim sana. Çalış, didin. Sınav yapacağım zaman önüme gel. Üstelik tek kişi puan vermeyeceğim sana, bir komisyon huzuruna çıkacaksın. Kazara soruları bilmiş olabilirsin. Sorarım sana yöneticilik için soruları bilmen ve cevaplaman yeterli mi olacak. Bir defa ben senin sadece cevaplarına bakmayacağım: Kılığına, kıyafetine, tipine, boyuna-posuna, yürüyüşüne, girip çıktığın yollara da bakacağım. grubun, franksiyonun var mı onu değerlendireceğim. Kimsin, necisin, ne yapmak istiyorsun, geçmişin nasıl, geleceğe dair ufkun ne kadar bütün bunları ölçüp biçeceğim. Daha sınava gelmeden önce ayrıca seni araştıracağım ne yedin, ne içtin diye. Sadece komisyondakilerin görüşü değil bu işin mutfağında olan isimsiz kahramanların hakkında vereceği kanaat de önemli. Daha bir de Ek-2'ne bakacağım. Hayatta hiç oynamadığım dama taşı gibi kimi nereye yerleştireceğim bütün bunların hesabını kitabını yapacağım. Bu iş gördüğün gibi çocuk oyuncağı değil. Beyin jimnastiği yapacağım anlayacağın. İstişare yapacağım başkalarıyla... Haydi her yönünle mükemmel birisin diyelim. Bir defa benim gönlümde yatan aslan olmayabilirsin. Senin gelebileceğin yere daha iyi bildiğim biri varsa onun hakkını da korumak zorundayım. Ayrıca gönlümü sorgulayamazsın. Eğer sana karşı kalbim kapalıysa ben ne yapabilirim?

Bir defa senin rengini, tipini sevmedim. Gül gibi referansı olan sıfır km biri varken senin gibi bit pazarlık olan biriyle benim ne işim olabilir. Eskiye rağbet olsaydı bir defa "Bit pazarına nur yağardı." Benim tercihim denenmemişten yana. Benim tecrübem var diyebilirsin. Her şey tecrübe değil bir defa. İnsanlar bu işi anasının karnında öğrenecek değil ya. Deneme yanılma yoluyla bu işi öğrenecek, bir zamanlar sen nasıl öğrendiysen bu da öğrenecek. Zaten eğitim deneme yanılma tahtası değil mi? Başkasını getirir, denerim, olmadı mı alırım. Bendeki bu sınırsız yetki olduktan sonra senin tecrüben, azametin, bilgi ve birikimin bana vız gelir. Haydi git yoluna. Biraz da esas mesleğini yap. Aslında o mesleğini de hak etmiyorsun ama, Ah şu merhametim yok mu? Vicdanıma söz dinletemiyorum şimdilik bu konuda.

Bak sen sadece bir sınava girdin. Ben ne kadar uğraştım. Senin için önceden araştırma yaptım, didindim, uğraştım. Sen 5 dakikada Beşiktaş dedin. Ben günlerce hakkında düşündüm taşındım. Ben bir defa süreci değerlendirdim, anı değil. Verdiğim puan da bir defa hak ettiğin bir puan değil, Ya gramı gramına hak ettiğini verdim, ya da fazlasını. Madem notunu beğenmedin. Kardeş, aklını peynir ekmekle mi yedin. O zaman niye girdin bu sınava. Ben seni akıllı, zeki ve anlayışlı sanırdım. Bir defa bu sınav yazılı bir sınav değil. Sözlü sınavdır. Sözlü sınavda ben istediğimi, ya da benden isteneni seçerim. Tercihlerim hakkında senin ve kimsenin söz söyleme hakkı yoktur. Hele adaletim konusunda asla toz kondurmam.

Haydi notunu beğenmedin beni eleştirebilirsin, ya da süreni uzatmadım. Beni suçlarken biraz insaflı ol. Seni elerken sırada bekleyen bu işe teşne yüzler, binler varken  burada benim seçme hakkım doğar, bir defa göz hakkı diye bir şey var. Manava bile gittiğinde meyveyi gözünle ve elinle seçersin. Benim ki de bu işte. Hele bu işlerde kendisini pazarlayan insan bir numaralı insandır, eğer sen kendini pazarlayamadıysan  ben ne yapabilirim. Yani sen bulunmaz Hint kumaşı değilsin. Sırada bekleyen meslektaşların olduktan sonra bir defa benim elim, ayağım, gözüm, kulağım hatta niyetim devreye girer. Bana kızacağına senin yerinde gözü olanlara  kızsan ne olur. Üstelik yazılı sınavdan nefret ederim. Çünkü ben de bu makama yazılı sınavla gelmedim. sonra yazılı sınav insanın liyakatını ölçmez.

Şimdi sen bana kızarsın ama yarın bana dua edeceksin. Üstelik kızgınlığın biraz duygusal bir müddet sonra geçer. Senin yerine seçtiklerimi de beğenmez elersem onlar da tıpkı senin gibi ben bu durumu hak etmedim diyecek, küsecek, kızacak; sanal alemde, sağda solda dert yanacak bir müddet sonra normale dönecek. Hali hazırda sapıyla birlikte keser elimde. Keseri istediğim şekilde döndürürüm bu makam gücü bende ve beni getirenler arkamda olduğu müddetçe istediğim şekilde tasarrufta bulunurum. Var sen bahtına yan. Şu ana kadar seni orada durdurduğuma şükret. Yarın beni de bu makamdan alırlar diye beklenti içine girersen avucunu yala. Bir defa benim arkamda kimler var, kimler. Zaten almazlar, alamazlar, çünkü zaten onların dediğini yapıyorum, benden iyisini mi bulacaklar. Eğer bir gün beni kullanıp bir tarafa atarlarsa onlar kaybeder. Benim burada bir gün de olsa mühür elimde sürdürdüğüm -Çingene- beyliği bana yeter de artar bile. Zaten asaletim de var. Baktım işler ters gider, rüzgar aksi yönde esmeye başlarsa zaten emekliliğim geldi ya emekli olurum ya da haklarım baki uzman olur ikinci baharımı yaşarım. Benim gibi Hint kumaşını kimse bulamaz. Çünkü ben ak kaşığım ak.

Şu işi baştan anlayıp da böyle sınava girmesen ya da haydi girdin diyelim: "Efendim gönlünüzden geçen aslan lehine istediğim, hak ettiğim haklarımdan feragat ediyorum deseydin olmaz mıydı? Ama yine de bir renk kattın. Çünkü ben acıtmadan zevk almazdım. Bu defa olmadı. Dünyanın sonu değil ki. Seneye girersin, olmadı seneye. Bana bu zevki tattırdın ya. Allah da seni sevindirsin.  Güzel bir oyundu. Oyunda aksesuarlara da ihtiyaç var biliyorsun...

Oyundan elendin bir defa... Sen kendine yan olmaz mı? 22/06/2016

20 Haziran 2016 Pazartesi

Babalar gününde babasının sözünü dinlemeyen kız*

Haziran ayı okulların kapandığı, lise son sınıf öğrencilerinin iki hafta boyunca hafta sonları merkezi sınavlara girdiği ay biliyorsunuz. Mevsim Ramazan. Öğrenci ve veliler: “Oruç tutulsun mu, tutulmasın mı” ikilemi içerisinde. Fetva veren verene: “Daha sonra güne gün tutarsınız” şeklinde. Bazı öğretmenler de bu duruma teşne oluyor maalesef.  Bana birisi gelse dese ki: “Sınava gireceğim, oruç tutayım mı, tutmayayım mı” diye. Yarım mürekkep yalamış biri olarak ‘Tutmayabilirsin’ demem. En azından ben böyle bir sorumluluğu alamam. Kimsenin tutup tutmadığına da karışmam. Çünkü her koyun kendi bacağından asılacak.

Pazar günü yapılan  LYS sınavında görev aldım. Salonuma giren ergen olmuş çocuklarımıza bir göz attım. 21 kişilik salonda biri gelmedi. On tanesinin elinde ise pet şişe vardı. Öyle zannediyorum. Bunlar fetva alanlardan. Diğer on tanesi ise, verilen fetva içlerine sinmemiş olmalı ki oruçlu bir şekilde sınavlarını oldular.
***
Meslek hayatım boyunca öğrencilerime yazılı kağıdını uzatırken, “ Gençler! Şu anda iki sınav olacaksınız. Bir dürüstlük sınavı, bir diğeri de bu dersten geçer not almak için olduğunuz sınav. Bu dersin telafisi mutlaka vardır. Ama  dürüstlüğün asla telafisi yoktur. Kağıdınızda size ait olmayan bilgiye yer vermeyin” şeklinde açıklamalar yaparım. Bu ayda yapılan merkezi sınavlarda bir diğer sınav daha var: oruç sınavı. 

Sınavın bitimine doğru öğrencilerin yaptığı soru sayısına bir baktım. 20 kişilik salonda bir öğrencinin dışında tüm öğrencilerin işaretlediği soru sayısı 8-10 soruyu geçmemiş. Oruç tutanın  işaretlediği ile tutmayanların işaretlediği arasında pek fark yoktu. Geometri’den işaretledikleri soru sayısı ise neredeyse yok gibiydi. ÖSYM okumak için uğraşmayacak.
***
Sınavdan çıkıp çarşıya geldim. Otobüs bekliyorum. Baba önde kızı arkasında gidiyor. Baba kızına: “Ben sana söyledim oruç tutma” diye homurdanıyordu. Anlaşılan kızın sınavı iyi gitmemiş olmalı ki, baba şimdiden suçu bulmuş: Kızının oruçlu olması. Aferin kızım sana. Babanı dinlemediğin iyi olmuş. Hem de onun gününde. Sen kaybederken kazandın bilesin. Zira oruç, sadece boşta kalanların yerine getireceği bir ibadet değildir.
***
Bu haftanın sınavları geçti, sırada haftaya yapılacak üç sınav daha var. Yine kimisi oruç tutacak, kimisi tutmayacak. Öğrenci ve veliler için hayat-memat meselesi bu sınavlar. İnsanımız “Oruç tutayım mı, tutmayayım mı” ikilemi içerisine girmeden ÖSYM bu sınavları Ramazan sonrası yani temmuz ayına alsa ne olurdu. İllaki haziranda olacak diye hakkında nass mı var. Zaten ÖSYM birkaç yıldır erken okumada rekorlar kırıyor. Sınavları önceden planlasa da öğrencilerimiz zaten başlı başına stres olan sınavlarını rahat rahat olsalar ne olurdu yani. İnanın takvimde bir aksama meydana gelmezdi. Kıyamet de kopmazdı. Başarı ve başarısızlıkta oruç tutanın da tutmayanın da bir mazereti olmazdı.

Oruç bir sınavdır. Beyinde bitirilen bir sınav. Bir irade meselesi. Psikolojik bir durumdur. Nefse hakim olma durumu. Yaratana söz verme halidir. Bu çocukların yüzde doksanı zaten kahvaltı yapmadan okullarının yolunu tuttular yıllar yılı. Teneffüs aralarında abur-cubur atıştırmalıklarla eğitimlerini tamamladılar. Bu sınavlarda da tahammül gösterirlerdi. Unutmayalım ki Bedir savaşını yaparken Peygamber, Ramazan orucunu tuttu ve orucunu bozmadı. Yarına niyetlenmeyeyim demedi… 

Geçici mürüvvet için ebedi saadetimize halel getirecek tasarruflardan uzak durmamız temennisiyle, hem bu dünyalık sınavları hem de ahirete taalluk eden sınavları kazanmamız dileklerimle… Öğrencilerimize başarılar dilerim. Allah yar ve yardımcıları olsun. 20/06/2016

* 22.06.2016 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır