3 Ocak 2016 Pazar

Kahvaltı Ortaklarım

Kayseri’de öğrenci iken kredi yurtlarda kalıyordum. Sabah kahvaltılarındaki maliyeti düşürmek için 3 hemşeri bir araya geldik. Yurdun kahvaltısını yapmaktan ziyade bir marketten kahvaltılık alıp birlikte yiyelim kararı aldık.

Beğendik mağazasına girdik. Zeytin, peynir aldık. Süzme bal da alalım dendi, aldık. Üzerine bir de ketçap alalım dedi bir ortağımız. Alın onu da alın, fakat bana göstermeyin dedim, çıktık.

Yurt kantininden sadece bir ekmek alacaktık. Aldığımız kahvaltılık bize bir ay yetecekti. Böylece tasarruf tedbirlerini başlatıp ayağımızı yorganımıza göre uzatacaktık.

Ben bir iki defa ortaklarımla kahvaltıya iştirak ettim. Ortaklarımın yiyişini görmüştüm. Mübarekler, kahvaltıda üç çeyrek ekmek yiyorlardı. Güya her kahvaltıda çeyrek ekmek yiyerek tasarruf edecektik. Hele bir bal sürüşleri  vardı ki sanki ekmeğe yoğurt sürüyorlar. Ketçap dostu arkadaşımızın ketçabı ne şekilde yediğini hatırlamıyorum. Birkaç defa senin midene baktıralım dedimse de ciddiye alan olmadı. Miras paylaşılır gibi yedik, sizin anlayacağınız.


Ben gece geç yattığımdan, kahvaltılara iştirak edemiyordum. Saat  10.00’da görevlinin yurdu boşaltmasıyla kalkan, 11.00 gibi okula giden, kahvaltıyı öğle yemeğiyle birleştiren biri idim.


Kahvaltı ortaklarımın her gün azim ve iştiyakla okula gelmeleri beni onlara gıpta ettirirdi. Bunlar bu okuyuşla fakültede kalırlar. İlim adamı olurlar diye düşündüğüm de oldu. Ben de fakülteye vardığım zaman anlattıkları ilahiyatçı profiline kendimi gönüllü uydurmaya çalışıyordum. Demişlerdi ki “İlahiyata ilk gelen hazırlıkta şeyh-ül İslam olur. 1.sınıfta müftü, 2.sınıfta vaiz, üçüncü sınıfta imam ve müezzin, 4.sınıfta normal bir vatandaş olarak mezun olur gider” diye. Kendimi tam bu prototipe göre ayarlıyordum.

Kahvaltı ortaklarım, 10-15 gün sonra gelin birlikte bir kahvaltı yapalım, haydi nevaleyi getirin dedim. Kahvaltılık malzeme kalmadı dediler. Nasıl olur, hani bize bir ay gidecek şeklinde planlamıştık. Ne çabuk bitti. Üstelik ben çoğuna  katılmadım dedimse de, katılaydın arkadaş dediler. Balda mı bitti dedim. O da bitti dediler. Yoğurt sürer gibi bal sürerseniz biter elbet dedim.

Hasılı kahvaltı ortaklığımızın maliyeti, yurdun hesabından daha pahalıya geldi. Hiçbirimiz gelin bir daha alışveriş yapalım demedi. Kahvaltı ortaklığımız 15 gün bile sürmedi.

O iki kahvaltı ortağımın her gün  azim ve iştiyakla okula gitmeleri, ileride iyi yerlerde olurlar, bilim adamı da olurlar  hakkındaki kanaatim değişti. Bu ikisinin amacı, okumaktan ziyade kahvaltı yapmakmış. Üç çeyrek ekmeğe balı, yoğurt sürer gibi sürüp soluğu okulda alıyorlarmış. Ketçabı da neyin üzerine sıkıp yediler sabah sabah hiç öğrenemedim. Birkaç defa aha vicdansızlar o balı bensiz nasıl bitirdiniz dedimse de  gülmenin ötesinde yaptıkları bir şey yoktu zaten.

Kayseri deyince aklıma kahvaltı ve bal, iki ortağım ve bal akla gelir, bir de ketçap. Sonrasında bal olayı bizim muhabbet kaynağımız oldu hep.


Ne diyelim. Belki o gün diyememişimdir. En azından kazasını yapalım: Afiyet olsun kahvaltı ortaklarım. Bal nasıldı onu söyleyin bari... 03/01/2016

Çağımızın Vebası*

Ameliyat olan bir yakınınızın yanında refakatçi olduğunuz bir esnada doktor sizi odasına davet edip “Senin kendinden haberin yok galiba, sende tahlil ve tetkik yapalım” dese, üç gün sonrasında da “Senin 24 aylık bir ömrün var, çünkü sen lenfoma kanserisin” dese ne yapardınız?

Dünyada her yıl 12 milyon kişi, ülkemizde 150-200 bin kişi kanser hastalığa yakalanıyor. İyi huylusu ve kötü huylusu olduğu söylenir. Halk arasında bu hastalığın adı pek söylenmez. “ Kötü hastalıkmış” der geçeriz.  Çağımızın vebası. Çeşidi çok. Bu gidişle bu hastalığa yakalananların oranı daha da yükseleceğe benziyor.

Çevrenizde kanserin çeşitlerine yakalanan tanıdıklarınız vardır. Hangi birimiz günü belli ve sınırlı bir hayatı yaşamak ister. Onların psikolojisini anlayabiliyor muyuz gerçekten? Ne kadar gülseler de, ne kadar insanların içerisine girseler de, ne kadar tedavi olmaya çalışsalar, yeseler, içseler , bir an için dertlerini unutsalar da o ölümcül hastalık hiç onların yakasını bırakmıyor. Hayata tutunmaya çalışıyorlar. Allah’tan ümitlerini kesmeseler de mücadeleye devam ediyorlar. Belli etmeseler de karamsarlıkları yüzlerine vuruyor. İçlerine kapanmış, kabuklarına çekilmiş bir şekilde. Eğer buna yaşama denirse.  Bakış ve duruşlarına bakarsan hayattan zevk  almadıkları belli. Belki de  tâ derinden    “Niçin ben” diyorlar.

Hayatı boyunca mağdurun elinden tutmuş, herkesin imdadına koşmuş bir dostum var. 2-3 yıl öncesine kadar şen şakrak hayat dolu birisi idi. Aniden içine kapandı. İşine verdi gece gündüz kendisini. Yanına varıp neyin var dedikçe “Hiçbir şeyim yok” dedi. Tavrın bana mı, bir suç mu işledim dedikçe “Sana öyle geliyor, yok öyle bir şey” demeye başlamıştı. Bana hiç kızmazdı. Kızmaya ve hatta sinirlenmeye başladı. Hem bana hem de başkasına.  Zaman zaman da gönül koymadım değil, ben ona ne yaptım ki diye…Yüzü hiç gülmedi. Aniden yaşlanmıştı sanki. Hayatın bütün yükü yüzüne vurmuştu belki de. Ama ser verdi, maalesef sır vermedi. İçini dökmedi. Açılmadı. Topluluktan, kalabalıklardan uzaklaştı, kendini dört duvar arasına hapsetti. Ben; bu, bana karşı tavırlı, ona ne yaptım ki diye düşüne durayım.  Ateş düştüğü yeri yakıyor demek ki.

Birkaç gün önce hayatını başkasına iyilik yapmaya adamış çok sevdiğim, değer verdiğim o  dostumun lenfoma kanserine yakalandığını duydum. Ertesi gün aradım çarşıda buluşalım diye. Konuyu hiç açmadım. Durumunu bildiğimi hiç belli etmedim. Sanki durumunu bildiğim içine doğmuşcasına açtı konuyu. “40 ay oldu bugün bana teşhis konalı”  dedi. Kim biliyor bu durumu, niçin açmadın? Dedim. “Kimsenin acımasını, acıyarak bakmasını istemiyorum” dedi. “Sen en azından içinde ne barındırdığını, derdini biliyorsun, teşhisin konmuş, biz içimizde hangi hastalığı barındırdığımızı bile bilmiyoruz. Doktor sana 24 ay ömür biçmiş, maşallah 3,5 yıl olmuş yaşıyorsun. Kimin ne kadar yaşayacağını Allah bilir. Sıranın kimde olduğu bilinmez be kardeş” dedim, başka bir şey diyemedim. Ayrıldık.

Dostumun  yüzünün niçin gülmediğini, niçin kalabalıklardan uzaklaştığını, niçin içine kapandığını maalesef 3 yılı aşkın bir zaman sonrasında  öğrenebilmiştim. Derdini öğrendim, maalesef hiçbir şey yapamadım. Ne yapılabilir ki bu durumda?

Yaptığı iyilikler –varsa- günahlarına keffaret olur inşallah. Allah’ım ona ve diğer hastalarımıza şifa versin. Yardımını esirgemesin. Çünkü O, Rahman’dır ve Rahim’dir.       Hepimize bereketli ömür ve hayırlı ölümler nasip etsin. Çünkü “O’ndan geldik. Yine O’na gideceğiz.” Eyvallah! Amennâ ve saddaknâ. Baki Selam…

*03/01/2016 tarihinde Anadolu'da Bugün Gazetesinde ve ladik.biz sitesinde yayımlanmıştır.

2 Ocak 2016 Cumartesi

Çapsızları gündemde tutmak....

Meşhur biri vefat etti mi? Sevenlerinin anısına sessiz kalırdık bir zamanlar.

Şimdilerde yeni bir tip türedi; Kinini ve gayzını kusan. Naaş üzerine basıp kendini ispatlamaya çalışanlar. Ne diyelim herkes karakterini, kişiliğini ve çapını ortaya koyuyor.

Tebası olmakla övündüğümüz ve kendi Müslümanlığımızdan kıl aldırmayan bizler, peygamberin, " Ölülerinizi hayırla yad ediniz" sözünü gözardı ederek ölenin ardından edepsizce höykürüyoruz. O peygamber ki, Ebu Cehil'in bile aleyhinde konuşulmasını yasaklamıştı, oğlu üzülmesin diye.

Kimse kimseyi sevmek zorunda değil. Herkes bir ölünün ardından güzel şeyler söylemek zorunda değil. Ama ölen kim olursa olsun, sevinç narası atmak kişilikli insana yaraşmaz. Saygı göstermek ya da saygı gösterir bir pozisyona girmek çok mu zor. Edeb ya hû...

Ölene haydi sevindik, içimizden sevinmeyi bile beceremiyoruz. Susmayı unuttuk bile zaten. Haydi böyle tipler kendi meşrebini ortaya koyuyor. Peki bu kinini kusan kişilerin  patavatsız sözlerine cevap vereceğim diye onun kâle-kîlini, iftirasını, hakaretini,  herzelerini dünya aleme duyuranlara ne demeli?

Amacı zaten meşhur olmak, onun için reklamın iyisi, kötüsü olmaz. Görmezlikten gelmek, yok kabul etmek aslında verilecek en güzel cevaptır. İşte o zaman kahrından çatlar. Siz adamı çatlatmayı değil de taze kanla hayata bağlıyorsunuz. Bırakın köpek ulumaya devam etsin. Isıramayacak köpek dişini göstersin. Rahmetli Hasan KIVRAK Hocam, "Yavrum bir hayvan sana çitme atsa, sen o hayvana tekme atar mısın?" derdi. "Atmam" hocam deyince, "Hah yavrum, bırak hayvan hayvanlığını yapsın. Sen hayvanın seviyesine inme, olmaz mı?" derdi. Havlamanın bedeli yok. Cinsinin azaldığı dönemde bırakın piyasada iki ayaklı köpekler de olsun.

Haydi duramadın eleştireceksin. İsmini bari ağzına alma. Hareketini eleştirsen olmaz mı? 02/01/2015