Ana içeriğe atla

Çapsızları gündemde tutmak....

Meşhur biri vefat etti mi? Sevenlerinin anısına sessiz kalırdık bir zamanlar.

Şimdilerde yeni bir tip türedi; Kinini ve gayzını kusan. Naaş üzerine basıp kendini ispatlamaya çalışanlar. Ne diyelim herkes karakterini, kişiliğini ve çapını ortaya koyuyor.

Tebası olmakla övündüğümüz ve kendi Müslümanlığımızdan kıl aldırmayan bizler, peygamberin, " Ölülerinizi hayırla yad ediniz" sözünü gözardı ederek ölenin ardından edepsizce höykürüyoruz. O peygamber ki, Ebu Cehil'in bile aleyhinde konuşulmasını yasaklamıştı, oğlu üzülmesin diye.

Kimse kimseyi sevmek zorunda değil. Herkes bir ölünün ardından güzel şeyler söylemek zorunda değil. Ama ölen kim olursa olsun, sevinç narası atmak kişilikli insana yaraşmaz. Saygı göstermek ya da saygı gösterir bir pozisyona girmek çok mu zor. Edeb ya hû...

Ölene haydi sevindik, içimizden sevinmeyi bile beceremiyoruz. Susmayı unuttuk bile zaten. Haydi böyle tipler kendi meşrebini ortaya koyuyor. Peki bu kinini kusan kişilerin  patavatsız sözlerine cevap vereceğim diye onun kâle-kîlini, iftirasını, hakaretini,  herzelerini dünya aleme duyuranlara ne demeli?

Amacı zaten meşhur olmak, onun için reklamın iyisi, kötüsü olmaz. Görmezlikten gelmek, yok kabul etmek aslında verilecek en güzel cevaptır. İşte o zaman kahrından çatlar. Siz adamı çatlatmayı değil de taze kanla hayata bağlıyorsunuz. Bırakın köpek ulumaya devam etsin. Isıramayacak köpek dişini göstersin. Rahmetli Hasan KIVRAK Hocam, "Yavrum bir hayvan sana çitme atsa, sen o hayvana tekme atar mısın?" derdi. "Atmam" hocam deyince, "Hah yavrum, bırak hayvan hayvanlığını yapsın. Sen hayvanın seviyesine inme, olmaz mı?" derdi. Havlamanın bedeli yok. Cinsinin azaldığı dönemde bırakın piyasada iki ayaklı köpekler de olsun.

Haydi duramadın eleştireceksin. İsmini bari ağzına alma. Hareketini eleştirsen olmaz mı? 02/01/2015

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde