Ana içeriğe atla

Kahvaltı Ortaklarım

Kayseri’de öğrenci iken kredi yurtlarda kalıyordum. Sabah kahvaltılarındaki maliyeti düşürmek için 3 hemşeri bir araya geldik. Yurdun kahvaltısını yapmaktan ziyade bir marketten kahvaltılık alıp birlikte yiyelim kararı aldık.
Beğendik mağazasına girdik. Zeytin, peynir aldık. Süzme bal da alalım dendi, aldık. Üzerine bir de ketçap alalım dedi bir ortağımız. Alın onu da alın, fakat bana göstermeyin dedim, çıktık.
Yurt kantininden sadece bir ekmek alacaktık. Aldığımız kahvaltılık bize bir ay yetecekti. Böylece tasarruf tedbirlerini başlatıp ayağımızı yorganımıza göre uzatacaktık.

Ben bir iki defa ortaklarımla kahvaltıya iştirak ettim. Ortaklarımın yiyişini görmüştüm. Mübarekler, kahvaltıda üç çeyrek ekmek yiyorlardı. Güya her kahvaltıda çeyrek ekmek yiyerek tasarruf edecektik. Hele bir bal sürüşleri  vardı ki sanki ekmeğe yoğurt sürüyorlar. Ketçap dostu arkadaşımızın ketçabı ne şekilde yediğini hatırlamıyorum. Birkaç defa senin midene baktıralım dedimse de ciddiye alan olmadı. Miras paylaşılır gibi yedik, sizin anlayacağınız.
Ben gece geç yattığımdan, kahvaltılara iştirak edemiyordum. Saat  10.00’da görevlinin yurdu boşaltmasıyla kalkan, 11.00 gibi okula giden, kahvaltıyı öğle yemeğiyle birleştiren biri idim.
Kahvaltı ortaklarımın her gün azim ve iştiyakla okula gelmeleri beni onlara gıpta ettirirdi. Bunlar bu okuyuşla fakültede kalırlar. İlim adamı olurlar diye düşündüğüm de oldu. Ben de fakülteye vardığım zaman anlattıkları ilahiyatçı profiline kendimi gönüllü uydurmaya çalışıyordum. Demişlerdi ki “İlahiyata ilk gelen hazırlıkta şeyh-ül İslam olur. 1.sınıfta müftü, 2.sınıfta vaiz, üçüncü sınıfta imam ve müezzin, 4.sınıfta normal bir vatandaş olarak mezun olur gider” diye. Kendimi tam bu prototipe göre ayarlıyordum.

Kahvaltı ortaklarım, 10-15 gün sonra gelin birlikte bir kahvaltı yapalım, haydi nevaleyi getirin dedim. Kahvaltılık malzeme kalmadı dediler. Nasıl olur, hani bize bir ay gidecek şeklinde planlamıştık. Ne çabuk bitti. Üstelik ben çoğuna  katılmadım dedimse de, katılaydın arkadaş dediler. Balda mı bitti dedim. O da bitti dediler. Yoğurt sürer gibi bal sürerseniz biter elbet dedim.

Hasılı kahvaltı ortaklığımızın maliyeti, yurdun hesabından daha pahalıya geldi. Hiçbirimiz gelin bir daha alışveriş yapalım demedi. Kahvaltı ortaklığımız 15 gün bile sürmedi.

O iki kahvaltı ortağımın her gün  azim ve iştiyakla okula gitmeleri, ileride iyi yerlerde olurlar, bilim adamı da olurlar  hakkındaki kanaatim değişti. Bu ikisinin amacı, okumaktan ziyade kahvaltı yapmakmış. Üç çeyrek ekmeğe balı, yoğurt sürer gibi sürüp soluğu okulda alıyorlarmış. Ketçabı da neyin üzerine sıkıp yediler sabah sabah hiç öğrenemedim. Birkaç defa aha vicdansızlar o balı bensiz nasıl bitirdiniz dedimse de  gülmenin ötesinde yaptıkları bir şey yoktu zaten.

Kayseri deyince aklıma kahvaltı ve bal, iki ortağım ve bal akla gelir, bir de ketçap. Sonrasında bal olayı bizim muhabbet kaynağımız oldu hep.
Ne diyelim. Belki o gün diyememişimdir. En azından kazasını yapalım: Afiyet olsun kahvaltı ortaklarım. Bal nasıldı onu söyleyin bari...  03/01/2016

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde