22 Ağustos 2025 Cuma

Pes Doğrusu!

Çoğu zaman telefon elimden düşmez. Durmadan konuştuğumdan ya da mesaj yazdığımdan dolayı değil. Eğer yanımda biri yoksa bir şeyler yazmak için telefonu kullanırım.

Bu ortamda arayan biri olursa telefonu açıp cevap veririm. Müsait olmadığım bir ortamda arayan olursa, müsait olur olmaz hemen dönerim.

Telefonla arayan kişi önemli veya önemsiz biri olsun ya da arayan kişinin ne konuşacağı gerekli veya gereksiz olsun geri dönüş yaparım. Prensibimdir bu. 

Bugüne kadar bir Allah'ın kulu, aradım ama geri dönmedi diyemez.

Bugün bu prensibimi bozdum. Arayan bir kişiye dönüş yapmadım. Dönüş yapmayı da düşünmüyorum. Niye derseniz? Fotoğrafta da gördüğünüz gibi aynı kişi 14.14 ve 14.16'da aradı. Bir yerde bir görüş halinde olduğum için telefonu açmadım. Telefonu sessize aldım. Niyetim, bu kısa görüşme sona ersin. Bu arayana döneyim. Aynı kişi 14.17'de bir daha aradı. Bu sefer aramayı meşgule aldım. Belli ki müsait değilim. Ben istediğim kadar müsait olmayayım. Aynı kişi 14.25'de bir daha aradı. Kısaca 10 dakikada beni 4 defa aramış oldu. Bu kişinin bu yaptığı eve gelip arka arkaya evin ziline dört defa basması gibidir. 

Bu kadar kısa bir zamanda dört kez aramaya pes doğrusu. İnsanda biraz görgü olur. Sanıyor ki herkes kendisi gibi boş. Ben nasıl boş isem o da boştur diye düşünüyor olmalı.

İnsan arar da belli bir süre bekler. Belki geri dönmeyi unutmuş olabilir diye biraz aralıklı aramalı. Çünkü insan yemek yiyor olabilir. Wc ve lavaboda olabilir, önemli bir işi olabilir. Hiçbirini bir on dakika içinde halledemez. 

Bu kişi telefon aramada nazarımda mimli. Daha önce de kara listeye aldım. Yüzüne söyledim. Aradığında cevap vermediğimde müsait olmadığımdandır. Ben sana mutlaka dönerim. Bir defa araman yeterli. Allah rızası için dönüp dönüp arama dedim. Tamam dedi ise de zaten arka arkaya aramadım. Biraz bekledim diyor. Bu cevaba da pes doğrusu. Hatta kendisine, bak beni engelleme durumunda bırakma. Lütfen bu hassasiyetimi gözet dedim. Tamam dediyse de o yine bildiğini okudu bugün. 

Engelleme yapmayacağım ama ardı arkasına bu dört aramadan sonra dönüş yapmayacağım. Ayıpsa ayıp. Onun yaptığı ayıp karşısında benim yaptığım ayıp bile sayılmaz.

Ne edersiniz ki görgünün ve adabımuaşeretin mektebi yok. Yukarıda bahsettiğim gibi daha önce uyarmama rağmen bildiğini okuyor. İnanın, zırt pırt böyle rahatsız eden boş ve avare kişilerin elinden telefonu almak, onları telefonsuz bırakmak gerek.

Bu tiplerin elinde telefonu almak yeterli mi? Bunun da yeterli olacağını sanmıyorum. Çünkü böyleleri, başkasından telefon isteyerek seni yine rahatsız eder. En iyisi telefonu aldıktan sonra bunları işe sürmek gerek. Çalıştıracaksın. Başını kaşıyacak zamanları olmayacak böylelerinin. 

Yürüyerek Eline Ne Geçiyor Demeyin!

Bana, niye yürüyorsun, araban yok mu senin, ayaklarına yazık değil mi, buraya kadar yürüyerek mi geldin, bugün kaç km yaptın der bazıları. Böyle diyenler yürümenin faydasını bilseler benden fazla yürürler.

Nedir yürümenin faydası derseniz, bilin ki saymakla bitmez. Sağlık yönünden faydasını bir tarafa bırakıyorum.

Kaldırım ve yürüyüş yolları sürprizlerle dolu. Neler bulursun neler.

İlk başlarda 5, 10, 25, 50 kuruş ve 1 liradan ibaret bozuk paralar buldum. Ama hiç burun bükmedim. Bugün küçüğü, yarın büyüğü dedim.
Bir gün bir baktım. En büyük paranın dörtte biri olan 50 TL önümde beni bekliyor. 50 lira para mı, eğilip aldığıma değmez demeyin. Yürümek suretiyle hem arabam yakıt yakmadı. Dolmuşa binip dolmuş parası vermedim. Üzerine elli lira ödül kazandım. Kısa günün kârı bu.

Sadece bu kadar mı? Yine bir defasında kaldırımda yürürken en büyük paranın dörtte üçü iki parça halinde önümde belirmez mi? Taş atıp da elim mi yoruldu? Bu devirde kim kime 150 lira verir. Bir sevinç bir sevinç. Anlatılmaz yaşanır.

Yine yürüyüşüm esnasında boş sigara paketleri de önüme düşer. İçi dolu mu diye topa vurur gibi ayağımı vuruyorum. Hep boş paket çıktı bahtıma. Üzülüyorum. Üzülmekle kalmıyorum. Be kardeşim, madem içiyorsun bu zıkkımı. Son sigaranı içtin. Yenisini alacaksın. Ne diye bu boş paketi orta yere atıyorsun da bu ihtiyarı önce sevince boğuyorsun, ardından üzüntüye gark ediyorsun. Boşalttın bu zıkkımı. Paketini de çöpe at. Ne diye orta yere atıp gidiyorsun. Sevincimi kursağımda bırakıyorsun. Haydi çöpe kadar elinde taşımak zoruna gitti. Yere atacaksın. Bari buruşturup at ki benim gibi biri yerde boş paketi görünce galiba dolu diye umutlanmasın.

Hasılı, zaman zaman küçük, büyük para bahtıma çıktı ama atılmış sigara paketleri hep boş çıktı. Haliyle hep hayal kırıklığı yaşadım.

Hayal kırıklığı yaşasam da moralimi bozmadım. Biri dönüp şaşıp dolu paketi düşürecek ve ben ona sahip olacağım umudunu hiç yitirmedim. Devran dönecek, ben o dolu paketi bulacağım dedim.
*
Oğlan araba lazım mı dedi. Hayır dedim. Laf olsun diye soruyor aslında. Bilir ki babası araba kullanmaz. O zaman ne diye soruyor derseniz, arabayı alayım mı demektir bu.

Lazım değil, götürebilirsin. Ne tarafa gideceksin dedim. Falan yere dedi. İyi, oraya kadar ben de gideyim. Dün falan marketten aldığım kavun, karpuz çok iyi çıktı. Bir, iki tane daha seçeyim. Arabanın arkasına koyalım. Sen arkadaşlarının yanına git. Ben de eve dönerim. Bu vesileyle bu serin havada biraz daha yürümüş olurum dedim.

Dediğimi yaptım. Kavun, karpuzu arabanın bagajında koyduk. Oğlan gaza basıp gitti, ben de eve yöneldim.

Yolda gelirken bisiklet yolunu takip ediyorum. Akşam 21.00 suları. Cadde olmasına rağmen sokak lambaları cadde ve kaldırımı tam aydınlatmıyor. Yarı aydınlık yarı karanlık yürüyorum.

O da ne? Bir sigara paketi. Tutmayın dostlar beni. Bu sefer oldu galiba dedim. Ardından ya yine boş paketse dedim. Kendi kendimi teselli ettim. Üzüntüye, akşam akşam kendini demoralize etmeye ve felaket tellallığı yapmaya gerek yok. Haydi şansını dene. Yine ayağınla vurup test et. Ayrıca ne kaybedeceksin dedim.

Sağ ayağımla vurdum. Tın tın ötmediği gibi önümden fırlayıp gitmedi. Bu sefer oldu dedim. Zira dolu paketle karşı karşıyaydım. Sonrasında eğilip elime aldım. Daha açılmamış bir paketti anlayacağınız.

Caiz mi, değil mi demeyin. Paralar ihtiyaç sahiplerine gitti. Bu zıkkım da bana kaldı. İçiyorsan, karşılaşırsak ikram ederim. Ama yok yok. Bu iş bana göre değil, en iyisi bu zıkkımı içen birine vermek. 

Siz siz olun, yürüyün. Bahtınıza neler neler çıkacağı umudunu hep taşıyın. Zira bu umut bir şeyler bulma umuduyla sizi hayata bağlar. En azından oturup kara kara düşünmekten, ne olacak bu memleketin hali demekten iyidir. Hoş, yürümeseniz daha iyi. Böylece yol ve kaldırımdakiler bana kalır. Bir de unutmayın ki memleketi siz kurtaramazsınız. Ayrıca ne varmış memleketin halinde demeyin. Hiç havamda değilim. Bırakın bu sevincimi yaşayayım.

20 Ağustos 2025 Çarşamba

Bok Böceği

Bugün, gündelik hayatta ağzıma almadığım, yazılarımda yazılışına bile yer vermediğim bir kelimeyi yazımda çok kullanacağım. Ben yazdıkça, siz okudukça ben mahcup olacağım ama ne demek istediğimi ifade edebilmek için mecburum. Şimdiden affınıza sığınırım. Yalnız af talebinde bulunmuyorum. Dikkatinizi çekerim.

Bu suçuma ortak olarak da TDK sözlüğünü alacağım. Öyle ya TDK bile bu kelimeye yer vermişse ben niye yer vermeyeyim.

Uzatmayayım. Bok böceğinden bahsedeceğim size. Adında halavet olmayan bu böceğin faydası çokmuş. Faydalarını yer vermeyeceğim. Bu faydaları merak ediyorsanız sanal aleme başvurabilirsiniz.

Bu bok böceğini yazarken aslı var veya yok. Bir hikayeye yer vereceğim. Daha doğrusu fabla. Anlatacağım kısa fablın aslı yoksa bok böcekleri hakkını helal etsin.

Bildiğiniz gibi bok böcekleri yaptığı pislikleri yuvarlarmış. Bu pislik belki de kendi yaptığı pislik de olabilir. Belli ki bu evrende ona biçilen rol bu. Yaptığı iş boktan iş olsa da görevini yaptığı için ancak takdir ederiz. Çünkü hakkıyla yapılan her görev kutsaldır. Buraya kadar bok böceğinin yaptığına eyvallah. Sanırım bundan sonrası uydurma olsa gerek. Bok böceği pisliğini yuvarlarken "Etraf ne pis kokuyor" diye burnunu tıkarmış.

Öyle zannediyorum, bok böceği her ne kadar burnunu tıkasa da etrafı kirletenin kendi pisliği olduğunu biliyordur. İnşallah çevreyi başkası kirletiyor ve kokutuyor diye düşünmüyordur.

Bu da nereden aklına geldi. Kim kokutacak. Elbette bok böceği kokutuyor diyebilirsiniz. Böyle derken bok böceğinin etrafı kendisinin kokuttuğunu inkar ettiğini ben de sanmıyorum. Belki de hiçbir hayvan yapıp ettiğini gizleme durumunda değildir. Bu olsa olsa insana mahsus bir şey olsa gerek. İnsanın içinde elbette istisnaları vardır. Bu haltı ben işledim diye itiraf eder. Hatta döner döner özür diler.

Ama tüm insanlar böyle değil. Öyleleri var ki tıpkı bu bok böceği gibi ortalığı kirletir, etrafı kokutur. Duyarlı insanlar kokudan burnunu tıkar. Nereden ve kimden geliyor bu koku dendiği zaman "Şu kokutuyor, bu pisledi, bundan dolayı" şeklinde birileri birilerini hedef gösterir. Pisliği daha doğrusu boku başkasının üzerine yıkar. Bu, iftira olur demeyin. İçimizde bunu bal gibi yapanlar var. Buna teşne olanlar da. Bu teşne olanlar, bokun başkası tarafından yapıldığına ikna olurlar. Kokunun başkasından geldiğine dünden razılar. Hiç üzerlerine toz kondurmazlar. Etrafı sevdikleri kişilerin kokuttuğuna da inanmazlar. Çünkü meslek edinmişler bunu. Bir kısmının da bağışıklık yaptığı için burunları koku almıyor.

Beni üzen de bu tip insanların kokudan haberdar olmaması. Haberi olsa da ortamı kirletenin, hayatı yaşanmaz hale getirenin başkası olduğuna inanması.

İstiyorum ki etrafı kokutanların ve bu kokudan rahatsız olmayanların ya da kokuyu başkasının üzerine atanların tıpkı bok böceği gibi etrafı kokutanın kendileri olduğunu bilmeleri. Heyhat ki heyhat.

Çok fazla ileri gitmeden bu bok ve pisleme konusunu kapatmak istiyorum. Yalnız başımdan geçen bir anekdota kısaca yer vererek yazımı nihayete erdireyim.

Adana'da çalışırken birkaç kalem alışveriş için cadde üzerinde bir markete girdim. Evde misafir olduğu için markette hiç oyalanmadım. Alacağımı alıp ödemeyi yaptım. X-Ray cihazından çıkarken ardımdan bir kadın da cihazdan geçti.

Cihazın ötmesiyle birlikte, ne oluyor diye ardıma baktım. Başta güvenlik olmak üzere markettekilerin gözü üzerimizdeydi. Acaba cebimde markete ait bir şey olabilir mi diye kendimden endişelenmedim değil. Şu var ki yüzüm zaten kırmızı. Bu olayla birlikte utancımdan oldum kıpkırmızı.

Güvenlik görevlisi yanımıza doğru gelirken ardımdan bana değecek gibi bir hızla X-Ray cihazından geçen kadın, "Beyefendiden geliyor ses" dedi. Parmağıyla beni gösterdi. Kıpkırmızı olmaya devam. İşim ne başka.

Güvenlik, bir daha geçelim cihazdan. Ama tek tek dedi. Önce ben geçtim. Bir hızla kadın da geçti. Cihaz öttü tekrar. Kadın yine bu beyefendiden dolayı ötüyor dedi. Bu arada kadına göre beyefendi ben oluyorum.

Uzatmayayım. Güvenlik, hanımefendi! Siz benimle gelir misiniz deyip kadını içeri götürdü.

Bu anımda gördüğünüz gibi bok, sidik yok. Marketi kirleten kadının, yaptığı hırsızlığın savunulur bir tarafı yok. Yalnız marketi kirleten kendisi olmasına rağmen bu pisliği yapanın ben olduğumu hedef göstermesi beni düşündürüyor. Etrafınıza bir bakın ya da elinizi çenenize koyup bir düşünün. Etrafı kokutan kimler var? Pisleyenin kendisi olduğunu kabul etmeyen kimler var? Yaptığı pisliği başkasına sıvayan kimler var? Bu tür iftiralara teşne kimler var? Bunların sayısı ne kadar? Kimlerin burunları koku almıyor, gözleri görmüyor, idrak yoksunluğu çekiyor ve etrafın pisliğini sineye çekiyor, başkasının üzerine yıkıyor ya da buna sessiz kalıyor veya bunu savunuyor?