Ana içeriğe atla

Enflasyonlu Hayatın Kazanan ve Kaybedenleri

Enflasyonlu hayatın kazananları:
Devlettir. Devlet çok yönlü kazanır. Devletin kazancı vergidir. Yüksek vergi koyar. Vergi koyarken kriteri, yaşanan enflasyona göre vergi koymaktır. İşçi, memur, emekli gibi sabit gelirliye ise hedeflediğini enflasyona göre zam vererek hem vergiden kazanır hem de sabit gelirliye zam verirken kazanır. Sabit gelirliye zam veren devletin daha doğrusu devleti yöneten hükümet yetkilileri, işçi ve memurunu bugüne kadar enflasyona ezdirmemiştir, yine ezdirmeyecektir. Hedeflenen enflasyon tutmazsa enflasyon farkını altı ay sonra yansıtmakta. Bu da sabit gelirlinin hakkını bir altı ay geç vermek demektir ki burada da devlet kazanır. Çünkü bu, kişinin borcunu zamanında değil de altı ay geç ödemesi gibidir ki paranın pul olması ve alım gücünün düşmesi sebebiyle sabit gelirli zarara uğrarken devlet yine kazanmış oluyor.
Esnaf kazanır. Çünkü esnaf enflasyondan etkilenmez. Aldığı ürüne zam geldikçe tereklerdeki ürünün etiketini günceller. Mesela bir ürünü üç liraya alıp beş liraya satacak iken aldığı ürün yerinde 5 liraya çıkmışsa, üç liraya aldığı ürünü sekiz liraya satmış olur. Böylece hem alırken kazanır hem de satarken. (Esnaf buna mecbur. Böyle yapmazsa yani aldığı fiyattan satarsa, sattığı malı yerine koyamaz.)
İthalatçı kazanır. Ürününü döviz bazında kaça almışsa, üzerine kârını koyarak satışa sunar.
İmalatçı kazanır. Aldığı ham maddeye zam geldikçe gelen zammı ekler. (Girdi maliyetleri söz konusu.)
Fabrikasyon üretimi yapanlar kazanır. Bunlar da girdi maliyetleri yükseldi demek suretiyle ilaveten zam yaparlar. (Girdi maliyetleri)
Bir diğer kazananı, evi ve dükkanı olup kiraya veren ev ve iş sahipleridir. Bunların çoğu çok insafsızdır. (Piyasa)
Kısaca enflasyonlu hayatın kazananı (devlet, üretici, imalatçı, ihracatçı vs.) çoktur. Çoğu zaman maliyetinin üzerinde zam yaparlar. Çünkü piyasa oynaktır. Yerine koyamam düşüncesi olur. Bir de daha fazla kazanma hırsı ortaya çıkar. Tüketici de sürekli zamma alıştığı için nasılsa tepki gelmez diye düşünür.
Enflasyonlu hayatın kaybedeni, işçi, memur, emekli, asgari ücretli gibi sabit gelirli kişilerdir. Bunlar TÜİK enflasyonuna göre zam alır. Bu da piyasa enflasyonunun altında bir orandır. Verilen zam oranı enflasyonun altında kaldığında, verilecek enflasyon farkını da 6 ay geç almak suretiyle enflasyon farkından da zarar eder.
Enflasyonlu hayatın bir diğer kaybedeni ise tüm tüketicilerdir. Bunlar her ürünü yüksek ve zamlı fiyattan almak zorunda.
Bir diğer kaybeden ise kirada oturanlardır. Bunların kirası her yıl çok yüksek artış gösterir. Kiracının o evde oturması ev sahibinin insafına kalmıştır. İstenen kira artışına yanaşmayan bir şekilde taciz edilerek evden çıkarılır.
Şu var ki kazananı ve kaybedeni olsa da enflasyonlu hayat eve ve bacaya bastırılacak bir şey değildir. Toplumda ne ahlak bırakır ne vicdan. İnsanı insanlıktan çıkarır. Şeytan görsün enflasyonun kendisini diyeceğim ama bizim ülkemizi çok sevdiğinden hiç gitmiyor bizden. Başımızın belası olarak içimizde hayatına devam ediyor. Ne diyelim, sebep olanlar sağ olsun.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda...

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam ...

Sami Hoca

Sami YÜCE İçi nasıldı bilmem ama dışa karşı şen şakrak biri idi.  Bulunduğu ortamlarda insanları güldürmeyi becerirdi. Şaka yapar, şakadan da anlardı. Çağın yaşatan Nasrettin hocasıydı.  Girdiği ortama çabuk intibak sağlar, insanlarla hemen iletişim kurardı.  Uzaktakileri belirli periyotlarla telefonla arayarak hal hatır sorardı.  İnsan canlısı biri idi. Herkesin derdi ile dertlenirdi.  Büyükle büyük, küçükle küçüktü.  Eli açık biriydi. Yedirmekten, izzet ve ikramdan kaçınmazdı. Dinlendik, Avcıtepe, Habiller, Güneysınır İlçe Müftülüğünde, Güneybağ ve Mevlana Mahallesindeki camilerde görev yaptı.  Görevine sadık biri idi. Mesaisi namaz vaktinden namaz vaktine değildi. Namaz harici bile camideydi. Görev yaptığı camileri tertemiz tutar, camlarına varıncaya kadar caminin temizliğini yapardı.  Paraya önem vermediğinden midir para yönünden yüzü pek gülmedi. Paraya ihtiyacı olduğunda kredisi vardı. Kimden borç istese eli boş dönmezdi. Şu gün vereceğim de...