Ana içeriğe atla

Sebebi Nüzul ve Kader

Şimdiler bu tartışma olmasa da geçmişte Kur'an mahluk mudur, değil midir tartışması yapılmış. İş tartışma boyutunu da geçmiş, gücü kim ele geçirmişse, öbür görüşe hayatı zindan etmiş.

Kısaca Kur'an mahluk demek, Kur'an yaratılmış, yani ezeli değil, hadistir, sonradan yaratılmıştır demektir. Mahluk değil diyenler ise Kur'an ezeli ebedi de vardı, yaratılmadı demektir. 

Niyetim eski tartışmaları gündeme getirmek değil. Ki yeri ve zamanı da değil. Üstelik sonuç alacak bir tartışma da değil. 

Konuyu geçmişten günümüze tartışma konusu olan kadere daha doğrusu kader anlayışına getireceğim. Çünkü mahluktur/değildir tartışması bence kaderle ilgili olsa gerek. 

Kadere şimdilerde farklı anlamlar verilse de kader eskiden, "Allah'ın olup bitecekleri önceden yazması, zamanı gelince kaza olarak ortaya çıkması" şeklinde tarifi yapılırdı. 

Emeviler, öldürmek istediklerini, "Ben öldürmek istemiyorum ama senin kaderin benim elimle öldürülmek imiş. Yapacak bir şey yok. Ben masumum" anlamında anekdotlar anlatılır. Hatta bu yüzden Kaderiye mezhebinin ortaya çıktığı bir vakıa. 

Lise 1.sınıfta akait dersimize giren Rahmetli Zekai Kaplan kaderi bize şöyle açıklamıştı: "Bir sinemayı bir filmi gözünüzün önüne getirin. O filmdeki aktörler senaristin yazdığını oynar. Kendi iradeleri yok. Bizim senaristimiz de Allah'tır. Bizler de filmdeki oyuncular gibiyiz, olup bitenlere müdahalemiz yok" demişti. O günden bugüne yıllar geçti. İnşallah aklımda kalanları yanlış ifade etmiş olmam. 

Günümüzde bu anlayış değişse de alın yazın böyle imiş. Kaderin önüne geçilmez denir. 

Şimdilerde kader için ölçüdür. Allah evreni yaratırken her şeyi bir ölçüye göre yarattı. Kaderden kasıt ölçüdür. Kaderi iki şekilde anlamak lazım. İlki irademiz dışında gelişen kaderimiz. Bunlar, cinsiyetimiz, boy-pos, rengimiz, milliyet, ne zaman doğacağımız, anne ve babamızın kim olacağı. Bu tür kaderden sorumluluğumuz yok. İkincisi ise "Yapıp ettiklerimiz kaderimizdir. Çünkü herkes için yapıp ettikleri vardır" deniyor. Bu tür kader kişinin kendi özgür iradesiyle yapıp ettikleridir ve bundan sorumludur insan. 

Zekai Kaplan Hocamın örneklendirerek anlattığı kader, eskinin kader anlayışı olup başlı başına sorundur. Bu durumda insan yapıp ettiklerinden sorumlu olmamalı. 

Son güncel kader anlayışını kendime daha uygun buluyorum. 

Şimdi tekrar yazımın başında belirttiğim Kur'an mahluktur, değildir konusuna dönersem, aklıma sebebi nüzul geliyor. Malumunuz sebebi nüzul, Kur'an ayet ve sürelerinin bir sebebe binaen nazil olduğudur. Kur'an'da her ayetin sebebi nüzulünü bilemesek de çoğu ayetlerin sebebi nüzulü var. Bedir, Uhut, Hendek savaşlarından bahseden ayetler var. Müşriklerin ileri gelenlerinin kastedildiği ayetler var. Bir olay olduğunda, ardından o olayı açıklığa kavuşturan ayetlerin geldiği bir gerçek. 

Şimdi burada biraz beyin jimnastiği yapalım. Kur'an ezel ve ebette var idi ise sebebe binaen gelen ayetleri nasıl anlayacağız? Ki Kur'an yeryüzü semasına indirilmeden Levhi Mahfuz'da idi deniyor ayette. Kadir gecesinden itibaren peyderpey indirilmeye başlandı diye biliyoruz. 

Bu durumda kaderi nasıl anlamalıyız? Şayet Kur'an ezelden beri Levhi Mahfuz'da ise sonradan yaratılmamış demektir. O zaman sebebi nüzule binaen inen ayetlerden, olmuş olacak olanların daha önceden belirlediği anlamı çıkar ki bu durumda eskilerin kader tanım ve anlayışı daha doğru gibi görünüyor. Yani Mekke ve Medine döneminde olup bitenler daha önceden yazılmış, zamanı gelince ortaya çıkıyor anlamı ortaya çıkıyor. Bu durumda kadere müdahale yoktur, biz sadece oyuncuyuz, senaryosu daha önceden yazılmış anlamı çıkar. 

Siz bu konuda ne düşünürsünüz bilmem. Kur'an mahluktur, değildir tartışmasına da girmem. Yalnız son yıllardaki kader anlayışını daha makul gören biri olarak Kur'an ayetleri bir sebebe binaen geldiğine göre Kur'an mahluk anlayışı bana daha isabetli geliyor. 

Burada Allah olacakları daha önceden bildiği için daha önceden kayıt altına almış, bir müdahale söz konusu değil diyenlerimiz çıkar. Buna da eyvallah.

Bu konuda farklı fikri olan varsa, bunu bize serdederse bundan memnuniyet duyacağımı şimdiden belirtmek isterim. 

Yorumlar

  1. Merhabalar.
    Sayın hocam, siz bu yazılarınızı buradaki sayfanız için mi kaleme alıyorsunuz? Yoksa, asıl başka bir sosyal medya platformunda mı paylaşıyorsunuz? Bu soruyu neden sorduğumu da hemen izah edeyim. Yazınızın sonunda, paylaşıma esas yazının konusu ile ilgili bir fikri olan varsa ve bize de serdederse memnun olacağım demişsiniz.

    Sizi ne zamandan beri takip ettiğimi tam hatırlamamakla birlikte benden başka yazınıza yorum yazan kimse yok ki! "Benden başka" derken tabi başka yazanlar da var ama, onlar ayda yılda bir sayfanızı ziyaret edenlerdir. O halde, kader konusunda fikir açıklamak, herhalde bana düşüyor. Bakalım, benden başka fikrini paylaşan olacak mı? Bu yaklaşımımı sakın yanlış anlamayın. Belki takipçiniz çok ama, yorum yazmıyorlardır.

    Sayın hocam kader konusu üzerinde ben de çok araştırma yaptım. Belli bir mesafe alarak, sizin de yazınızda belirttiğiniz şekilde kader üzerinde değişik düşüncelerim oluştu.

    Bu kainatta meydana gelen her şey, muhakkak Yüce Allah'ın bilmesi, dilemesi ve yaratmasıyla olur. Bu bağlamda, herhangi bir şeyin belirli bir şekilde meydana gelmesini, Cenab-ı Hakk'ın ezelde dilemiş olmasına "Kader" denir. Yüce Allah'ın böyle dilemiş olduğu herhangi bir şeyi, zamanı gelince meydana getirmesine de "kaza" denir.

    Herhangi bir insanın falan günde meydana gelmesini Yüce Allah'ın ezelde dilemiş olması bir kaderdir. O insanın takdir edilmiş günde yaratılması da bir kazadır.

    Yüce Allah, insanlara bir güç ve irade vermiştir. Bir insan kendi gücünü ve iradesini bir işe harcarsa, buna kazanç denir. Yüce Allah' da dilerse, o işi insanın isteğine göre yaratır. Bu da bir kaza, bir yaratıştır. Onun için insanın bu kazancı, kendi cüz-i irade ve isteği ile olduğundan, o işin değerine göre sorumlu olması gerekir. Yoksa: "Ne yapayım , kader böyle imiş!" diyerek kendisini sorumluluktan kurtaramaz.

    Asıl benim merak ettiğim, kendi güç ve cüz-i irademizin dışında oluşan olaylardır.
    Kimileri, dünyaya özürlü ve engelli olarak doğuyorlar ve bir ömür boyu onun güçlüğü içinde yaşıyorlar. Sonradan kulun kendisi ya da diğer kulların yanlış güç ve irade kullanımı sonucu özürlü ve engelli olanları kastetmiyorum.

    Çağdaş, medeni, gelişmiş ve ekonomisi süper olan bir ülkede doğan kullar; gelişmemiş, çağdaşlıktan ve medenilikten uzak, ekonomisi hiç iyi olmayan bir ülkede doğan kullara göre çok şanslılar ve bu seçimde kulun ne gücü, ne de cüz-i iradesi söz konusu. Bu noktada, ne diyebiliriz? Ben bir kul olarak isyan etmem mi? Kaderim böyleymiş türküsü çağırmam mı?

    Sayın hocam bu işler çok karışık. Ben içinden çıkamadım. Akıl erdiremedim. Yüce Allah, merhametlilerin en merhametlisi, o Rahmandır, Rahimdir diyoruz ama, şu kainatta meydana gelen olaylarda kendi gücü ve cüz-i iradesi dışında zulüm gören kullar için ne diyeceğiz?

    Yeniden kadere dönecek olursak, kullar kendi güç ve cüz-i iradesi ile her işi, Allah'ın da dilemesi sonucu yaparlar, yaptıkları iyi şeylerse kazançlı çıkarlar, yaptıkları şeyler kötü şeylerse zararlı çıkarlar. Tabi bu arada yapılan iyi ve kötü işlerden etkilenen diğer kulların da Allah yardımcıları olsun!
    Selam ve saygılarımla.

    YanıtlaSil
  2. As Recep kardeş, yazdığım bütün yazılar bu blogta yer almaktadır. Yazdığım yazılardan seçtiğim üç tanesini Konya'da çıkan mahalli gazeteye gönderiyorum. Gazeteye gönderdiğim yazıların dışında haftada dört gün de blogta ki yazılardan seçtiklerimi sosyal medyada paylaşıyorum. Bir kısmı da sadece blogta yayımlanmakla kalır. Yazılarımı durumda, Sosyal medyada paylaşıyorum. Sosyal medya paylaşımlarına yorum yazan ve beğenenler var. Sosyal medya yorumları bu blogta görünmüyor. Şu var ki blog paylaşımlarında yorum yok denecek kadar az. Siz ve birkaç kişi var yorum yazan. En fazla yorumundan müstefit olduğum kişi sizsiniz. Bu vesileyle teşekkür ediyorum. Yazılarım günlük ortalama 280-250 arasında okunur. Benim bu yaptığım düşüncemin derki toplu blogumda yer alması. Kader konusu dediğin gibi farklı farklı anlaşılan ve tam anlaşılamayan konulardan.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Merhabalar.
      Hocam, cevab-i yorumunuz için teşekkür ederim. İnşAllah bu konuda beni yanlış anlamamışınızdır. Hani bu blogdaki sayfanızın ziyaretçi ve yorumcu sayısı çok az olduğu için, kaç kişi kader konusunda görüş belirtebilir ki diye düşünmüştüm.

      Alıntı:
      "...Kadere iman ile kişinin sorumluluklarını taşıması ve üzerine düşeni yapması arasında ince bir çizgi vardır. Tasavvufi tevekkül anlayışında kulluğun zirve hali olarak nitelenen iradeyi terk, teslimiyet ve tevekkül hali, kelamda her şeyin ilahi kaderle olduğu inancıyla birleştiğinde, olumlu bir ahlaki tutum olan tevekkül, bir anda problemli bir olguya dönüşebilmektedir. Son iki asır İslam toplumlarının geri kalmışlığında söz konusu problemin etkisi yadsınamaz...."

      "...Kadere iman, genellikle insanın alın yazısı olduğuna ve hayatta yaşadığı/yaşayacağı her şeyin kaderi olduğuna inanmak şeklinde kabul edilmiştir. Ancak gerek Kur’an’ın kader kavramına yüklediği anlam ve gerekse kelâm ilminde kader anlayışı, kaderin alın yazısı oluşunu teyit etmez. Bilakis onun bir ölçü ve yasa oluşu ön plana çıkar. ..."

      Doç.Dr.Mustafa ÜNVERDİ

      Selam ve saygılarımla.

      Sil
  3. Est. Niye yanlış anlayayım? Blog mütevazı. İnsanımız okusa da görüş belirtmek ten ve yorum yazmaktan kaçınıyor. Beğenirken bile tereddüt ediyor. Mimleniyorum korkusu yaşıyor. Zaman zaman özelden görüş bildirenler oluyor, duruma yazıyor. Telefon açıp söylüyor. İz bırakmıyorum ama haklısın diyen de oluyor. Şu bir gerçek ki blogum yeterince tanınmıyor. Yazılarımı yazarken arşivimde bu görüş yer alsın istiyorum. Kader konusundaki alıntınıza da teşekkür ediyorum.

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Sami Hoca

Sami YÜCE İçi nasıldı bilmem ama dışa karşı şen şakrak biri idi.  Bulunduğu ortamlarda insanları güldürmeyi becerirdi. Şaka yapar, şakadan da anlardı. Çağın yaşatan Nasrettin hocasıydı.  Girdiği ortama çabuk intibak sağlar, insanlarla hemen iletişim kurardı.  Uzaktakileri belirli periyotlarla telefonla arayarak hal hatır sorardı.  İnsan canlısı biri idi. Herkesin derdi ile dertlenirdi.  Büyükle büyük, küçükle küçüktü.  Eli açık biriydi. Yedirmekten, izzet ve ikramdan kaçınmazdı. Dinlendik, Avcıtepe, Habiller, Güneysınır İlçe Müftülüğünde, Güneybağ ve Mevlana Mahallesindeki camilerde görev yaptı.  Görevine sadık biri idi. Mesaisi namaz vaktinden namaz vaktine değildi. Namaz harici bile camideydi. Görev yaptığı camileri tertemiz tutar, camlarına varıncaya kadar caminin temizliğini yapardı.  Paraya önem vermediğinden midir para yönünden yüzü pek gülmedi. Paraya ihtiyacı olduğunda kredisi vardı. Kimden borç istese eli boş dönmezdi. Şu gün vereceğim derdi. Borcun günü geldiğinde gerekirse b