İkizlerin 12 yıl ardından ben de varım diyerek evimize bir tekne kazıntısı geldi. Evimizin neşesi oldu.
Torun gibi büyüttük onu. Büyüdü, üniversite son sınıf oldu.
Evden dışarı pek çıkmadı. Ne de olsa Milenyum çocuğu. Siz ona Z nesli diyorsunuz.
Evden dışarı çıkmayan kız gibi büyüdü desem yanlış olmaz. Abartı hiç olmaz.
Bu da emsalleri gibi bilgisayar ve İnternet bağımlısı. Ara verdiği zamanlarda lütfedip okula gidip geldi. Gerçi ona göre her şey normal ve kontrol altında.
Evden çıkmadığı gibi odasından da çıkmadı. Haliyle evin tek açık balkonuna çıkışım Avrupa ülkelerinden vize almak kadar zor olduğunu söylemeliyim. Ne de olsa özel odası. Böyle olacağını bilseydim, bu balkonlu odayı verir miydim ona. Ama gel gör ki son pişmanlık fayda vermez. Odayı değiştireyim desem, razı değil. Çünkü ABD'nin barış götürmek için girdiği ülkeden çıkmadığı gibi bizimki de bu odadan çıkmaz. Hoş, razı olsa da gardırobu bozup yeniden kurmak hiç kolay değil. Rusya'nın sıcak denize inme özlemi gibi bu balkonlu oda da benim özlemim. Bu özlemimi de onu hayırlısıyla baş göz edip evden giderse ancak o zaman giderebileceğim.
Balkona çıkışım gönüllü gönülsüz özel izne tabi olsa da hakkını yemeyelim, çıkmışlığım var. Gönülsüz lütfettiği bu balkonu kendi kullansa hiç gam yemeyeceğim. Bilgisayar koltuğundan kalkıp da balkona çıkmışlığı hemen hemen yok gibi. Hasılı bizim balkon adeta tampon bölge gibi atıl durumda. Yazık, israf ki ne israf.
Evden çıkmayınca, haliyle çoğu babalar gibi alışveriş ve ekmek alma işi de bende. Evde ekmek yoksa alıp geleyim diye hiç derdi olmadı. Araya pandemi yasakları da girince, 18 yaş altı olduğu için evden çıkamayınca ara ara üzerinde kaldığı ekmek ihalesi de hep bana kaldı.
Pandemiden sonra dışarı çıkış yasağı kalksa da ekmek almamak, ekmek almaya gitmemek onda bağımlılık yaptı, tıpkı bilgisayar gibi.
Hakkını yemeyeyim, birkaç defa ekmek alıp geldi. Evde onun aldığı ekmek bitinceye kadar "Benim aldığım ekmek" dedi durdu. Hiç yapamasa "Ekmeği hep böyle ben mi alacağım" dedi.
Bazen üzerimi giyinip ekmek almaya giderken, evlat ben ekmek almaya gidiyorum diye seslendim. Şakasından bile ben gitseydim demedi. Kapısına kadar çıkıp tamam baba dedi.
Öyle zamanlar oldu ki haydi ekmek al gel dediğimde, eve gelecek veya evin yakınından geçme ihtimali olan abilerine telefon açıp, "Abi, gelirken, 2-3 ekmek getirir misin" diyerek ekmek işini bu şekil halletti.
Bir defasında nasılsa bu çocuk ekmek almaz diye dört ekmek aldım. Eve geldim ki bizim ki de almış dört ekmek. Bize kaldı gülmek. Sekiz ekmek fazla olmamış mı, ne yaptınız demeyin. Ekmek çok bereketli oldu. Birkaç gün fırına gitmedik.
Sırt çantası eskimiş. Git, falan çantacıdan kendine beğendiğin bir çanta al dedim. Tamam alırım bir ara dedi. Tekrar söyledim. Ta oraya kim gidecek dedi. Evlat kendine çanta al dedim. Tamam dedi ama baktım ki eski çantayla idare ediyor, üşengeçliğinden hiç çantacıya gitmeyecek. Çantacıdan üç değişik çanta alıp, beğen şunlardan birini dedim. Bir tanesini beğendi. Diğer iki çantayı geri götürmek yine bana nasip oldu. Nasılsa babası hem yürüyüş yapıyor hem bu işleri görüyor. Bir de demez mi bir de küçük bel çantası al diye. Emri olur. Alınmaz mı? Evden çıkarsa koltuğu soğur.
Odasında kendini böyle hapsederek mutlu ve huzurlu bir ömür tüketirken hakkını yemeyeyim, buz gibi havalarda haftalık halı saha maçına gitmeyi, zaman zaman arkadaşlarıyla nadiren de olsa dışarıda oturmayı ihmal etmedi. Haliyle o zamanlar odası bana kaldı. Vizesiz girip çıktım. Buna da şükür.
Biz onu, o bizi bu şekil kabul ederek hayat sürerken son birkaç aydır yurtdışına gideceğim demeye başladı. Gideyim mi dedi. Git evlat dedim öylesine. Öylesine diyorum. Üşengeçliğinden dolayı ekmek almak için fırına ve çantacıya gitmeyen, çoğunlukla hayatını odasında geçiren yurtdışına gider miydi?
Ben böyle kendimce gerekçe bulmaya çalışayım. Bir akşam odama geldi. Baba, kredi kartını verir misin, yurtdışından dönüş bileti alacağım demez mi? Bizimkiler gidişi almışlar, şimdi dönüşü alacaklarmış. Yarın kullansan kartı olmaz mı, çünkü kartın yarın kesim günü dedim. Bu akşam olsa dedi. Baktım, çok ciddi. İyi, tamam al dedim. Arkadaşınınki de dahil iki dönüş bileti aldı.
Şaka maka derken bizim oğlan, lise ve üniversite sınıf arkadaşıyla birlikte ayın 19'unda evden ayrıldı. Ankara'dan uçağa binip Lizbon'a uçtu. Sadece Lizbon'da kalmayacak, 6 tane ülkeyi gezip yeni yılın 1 Ocağında gelecek. Dün yazdım. Evlat, nereleri gezeceksin, yazıp bir gönder dedim. Şuraları yazdı: Lizbon-Guarda-Porto-Madrid- Barcelona-Paris-Brüksel-Köln-Amsterdam-Konya" yazdı. Hem de öyle plan yapmışlar ki hangi gün nerede olacaklarının bile planını yapmışlar. Kısaca ülke olarak Şam’ı fethettik diye sevinirken bizim oğlan Avrupa seferine çıktı. Evliya Çelebi gibi seyyah oldu.
Kısaca, bizim evden çıkmayan oğlan, bir gün bir çıkarsam, pir çıkacağım, sizi utandıracağım demiş de her şeyin farkındayım diyen benim ruhum hiç duymamış.
Yokluğunu derinden hissetsem de bu kadar ülkenin faturası cebimi acıtsa da yedikleri, içtikleri ayrı gitmeyen kafadar arkadaşıyla birlikte gösterdikleri cesaretlerini takdir ettim, özgüvenlerine hayran kaldım.
Ama bu uzun ayrılık zor olsa da her şeyde bir hayır var. Oğlan gezip dolaşıp görgü ve tecrübesini artıracak. Ben de onun yokluğunda ondan vize almaksızın elimi kolumu sallayarak odasından balkona geçip balkon sefası yapacağım. Ki yapmaya başladım bile. Bilin ki keyfi bir başka.
İyi gezmeler evlat. Güle güle gezin, ayağınıza taş değmeden geri gelin. Bu arada gözün arkada kalmasın. Odan bana emanet.
Yorumlar
Yorum Gönder