Ana içeriğe atla

Bir Başarı Hikayesi (2)

4-5 yıllık sıra arkadaşlığının ardından lise bitince yollarımız ayrıldı. O açık öğretim okumayı tercih etti, bana ise Kayseri yolu görünmüştü.

O açık öğretimle birlikte tavuk çiftliği olan babasının işlerini yürüttü. Ben ise Kayseri'de iki yıl okudum. Okurken de zaman zaman Talas'a giderek iş buldukça inşaatlarda çalışırdım. Çalışmaya mecburdum. Çünkü paraya ihtiyacım vardı. Memleketten para gelmezdi. Nasıl göndersinler. Çünkü evde yok ki bana göndersinler. Kredi yurtlardan üç ayda bir 18 bin lira alırdım. O da çok sembolik bir para idi. Bir aylık ihtiyacımı bile karşılamazdı. Bir de Bekir Doğanay sayesinde Türk Anadolu Vakfı burs veridi. Miktarını hatırlamıyorum ama üç aylık krediden daha iyiydi bildiğim kadarıyla.

Kayseri'de iken şimdilerde Kayseri Öğrenci Yurdu olan Talas Erkek Öğrenci Yurdunda kalırdım. ASTAŞ diye bir yemek firması yemek getirirdi yurda. Herkes her akşam değişik yemek yerken ben fiyatı uygun diye her gün ya nohut ya da kuru yerdim. O kadar çok yemişim ki bu iki yemekten bıkıp usanmışım. Evlendikten sonra uzun yıllar kuru ve nohut yahni yemedim.

Bir gün okul dönüşü girişteki cama iliştirilmiş nota baktım. İsmime yer verilmiş, açıklama kısmına da havale yazmışlardı. Yanlışlık olmalı. Kim bana havale gönderecekti. Havaleyi istedim görevliden. Kimden diye baktım. Bu arkadaştandı not. Benim için iyi bir paraydı. Sevinçten gözlerim yaşardı.

87-88 yılında evlerine gidip ziyaret etmiştim. Bu vesileyle babasını da tanıma imkanım oldu. Hatta giderken hediye olarak Rasim Özdenören'in yeni çıkan "Ruhun Malzemeleri" isimli kitabını da hediye olarak götürmüştüm. Rahmetli babası, "Çok teşekkür ederim. Ben bu kitabı okumam. Tam sana göre bu kitap. Aldım kabul ettim. Benim yerime sen oku" deyip kitabı bana geri verdi.

Aslında babası ile ilk tanışmam değildi. İlk defa lisede yurtta kalırken yurda gelmişti bir akşam. Arkadaşı sormaya gelmiş, “evde değil, nerede biliyor musun” diye. Gelmedi yanıma demiştim. “Başka kime gidebilir” diye sordu. Bir arkadaşın evini biliyordum. Onların evine gidip arkadaşı sormuştuk. Yoktu.

Sonrasında neredeydin diye sorduğumda, aklımda kaldığı kadarıyla otelde kaldım demişti. İkinci taziyeye gittiğimde bu konu açılınca, “ne oteli. O zaman otogarda sabahladım demişti. Evi terk edecek kadar artık aralarında ne olduysa. Yine taziyede söz babasından açılınca, pek konuşmadı. Sadece "Babam gaddar biriydi" demekle yetindi.

Üniversitede iken ev ziyaretime tekrar dönersem, babası fazlasıyla ilgi gösterdi bana. Babamın geçimini sordu. Çiftçilik yapıyor, inşaat olursa çalışıyor dedim. Kaç dönüm tarlamız olduğunu sordu. Sanırım 7 dönüm demiştim. Bu iş ve parayla geçinilmez. Okulu nasıl okuduğumu, gurbette nasıl geçindiğimi sordu. Kredi, bir de Anadolu Vakfından burs alıyorum dedim. Miktarlarını sordu. Bunlarla da geçinilmez dedi.

Laf lafı açtı. Yatay geçişe müracaat ettim. İnşallah SÜ'ye geçiş yapacağım dedim. Bana, yanlış anlama. Ben sana burs vermek istiyorum. Yalnız ben çarşıya çıkmam. Havale gönderemem. Madem Konya'ya gelecekmişsin. Bundan sonra her ay gelip benden 50 lira (50 bin de olabilir.) alacaksın dedi. Olmaz dedim ise de vebal verdirdi. Tamam dedim.

Sorgum bitmedi. Mevsim kış. Sen üşümüyor musun? Niye üzerinde pardösün yok dedi. Üşümüyorum. Üzerimdeki yeterli dedim.

Üzerimde de yazlığa benzer, kahverengi renkli, dar ve kısa ceketim olduğunu hatırlıyorum.

Sonra müsaade alıp gideceğimden, arkadaşıma benden habersiz söylemiş. “Çarşıya birlikte gidin. Pardösü ve kaşkol alın” diye. Olurdu, olmazdı, ben istemem dedim ise de arkadaşım beni bir mağazaya götürdü. Hangi mağaza olduğunu bilmiyorum. Bu arada ilk mağazaya girişim. Üzerime uygun güzel bir pardösü beğendi benim için. Boynuma da bir atkı.

Mahcup olsam da dünyalar benim olmuştu. Isınıvermiştim. İlk defa bir atkım ve pardösüm olmuştu. Kış boyunca hiç üzerimden çıkarmadım. Sonradan atkıyı düşürüp kaybetsem de pardösüyü uzun yıllar giydim. (Devam edecek) 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda...

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam ...

Sami Hoca

Sami YÜCE İçi nasıldı bilmem ama dışa karşı şen şakrak biri idi.  Bulunduğu ortamlarda insanları güldürmeyi becerirdi. Şaka yapar, şakadan da anlardı. Çağın yaşatan Nasrettin hocasıydı.  Girdiği ortama çabuk intibak sağlar, insanlarla hemen iletişim kurardı.  Uzaktakileri belirli periyotlarla telefonla arayarak hal hatır sorardı.  İnsan canlısı biri idi. Herkesin derdi ile dertlenirdi.  Büyükle büyük, küçükle küçüktü.  Eli açık biriydi. Yedirmekten, izzet ve ikramdan kaçınmazdı. Dinlendik, Avcıtepe, Habiller, Güneysınır İlçe Müftülüğünde, Güneybağ ve Mevlana Mahallesindeki camilerde görev yaptı.  Görevine sadık biri idi. Mesaisi namaz vaktinden namaz vaktine değildi. Namaz harici bile camideydi. Görev yaptığı camileri tertemiz tutar, camlarına varıncaya kadar caminin temizliğini yapardı.  Paraya önem vermediğinden midir para yönünden yüzü pek gülmedi. Paraya ihtiyacı olduğunda kredisi vardı. Kimden borç istese eli boş dönmezdi. Şu gün vereceğim de...