Ana içeriğe atla

Sıradanlaştırmanın Yolu

Bir şeyin önemine dikkat çekmek için veya bir şeyin tehlikesine işaret etmek için o şeyi hep gündemde tutmak o şeye fayda mı verir yoksa zarar mı? Bu soruya ne cevap verirsiniz bilmiyorum ama ben bir şeyi yerinde ve kararınca gündemde tutmanın ötesinde aşırı bir şekilde hep gündemde tutmanın, o şeye bilerek veya bilmeyerek faydadan ziyade zarar verdiğini düşünenlerdenim. Çünkü o önem verilen veya tehlikesine işaret edilen şeyin söylene söylene bir müddet sonra o şeyin sıradanlaştığını ve beklenen hassasiyeti yok ettiğini düşünüyorum.

Örneklerden gidersek, ne demek istediğimin daha iyi anlaşılacağını düşünüyorum.

Başörtüsünü ele alalım. Bir zamanlar başörtülünün üzerine çok gidildi. Öğrenci ve çalışanlar mağdur edildi. Okul ve işyerleri onlara kapatıldı. Birileri yasağı savundu, başörtüsünü öcü gösterdi, birileri de serbestliği savundu. Kamusal alan icat edildi. Halk kutuplaştı. Siyasetin malzemesi yapıldı. Hem yasağı hem de serbestliği savunanlar siyaseten yıllar yılı ekmek yedi. O kadar seçim malzemesi yapıldı ki insanımızın bir çoğu dinde başörtüsünden başka bir şey yok mu demeye başladı. Sonunda serbestliği savunanlar ve yasağı kaldıracağım diyenler iktidar oldu. Başörtüsü kamu ve özel her alanda serbest oldu.

Nicedir ve bugün başörtüsü her alanda serbest. Başörtülüler kamusal alan dahil her alana girip çıkıyor ve her yerde rahat bir şekilde çalışıyor. Hatta bazı yerlerde başörtüsü tercih sebebi. 

Kısaca başörtüsü sorunu bir yönetmelikle çözüldü. Sorun kalmadı ama başka sorun ortaya çıktı: Başörtülü sorunu. Çünkü öyle başı kapalılar var ki gören bu kadın keşke başını örtmese noktasına geldi. Eskiden ateşten bir gömlek olsa da kızlarımız kamusal alana alınmasa da başörtüsünün bir saygınlığı vardı. Bugün o saygınlık her geçen gün irtifa kaybetmeye devam ediyor. Dün başörtüsünü savunan veya başını örten niceleri başını açmaya başladı. 

Aynı şekilde imam hatip okulları da sürekli gündemde tutmanın sancısını yaşıyor bugün. Bir zamanlar kapılarına kilit vurmak için icat edilen katsayı bu okulları kapanma noktasına getirdi. İmam hatipler kapatıldı diye diye halk bu okulları kapandı sandı. 

Gün geldi bu okulların önündeki katsayı engeli kaldırıldı. Kaldırılmakla kalmadı. Bir zamanlar üvey ve istenmeyen evlat muamelesi yapılan bu okullar öz evlat muamelesi görmeye başladı. Her yere normalinden fazla imam hatip okulları açıldı. İHL mezunları kamuya alımda veya makam ve mevki tercihinde öncelikli oldu. Neredeyse tüm makamlar bu okul türünden mezunlara emanet edildi. 

Geldiğimiz nokta itibariyle İHL’lerin çoğu eskinin genel lise görevini görüyor. Haddinden fazla açıldığı için çoğu İHL öğrenci sıkıntısı çekiyor. Öğrenciye bu okulları cazip hale getirmek için fen ve teknoloji adı altında proje okulları da açıldı.

Tüm bunları yaparken sayının çokluğu kaliteyi yok eder diye düşünülmedi. Bir zamanlar çocuğunu göndermese de halkın gözünde önemli bir yere sahip bu okullar günümüzde eski itibarını aratır noktasında. 

Haddinden fazla hafız İHO ve İHL açma, hafızlığın sürekli teşvik edilmesi, sık üzerinde durulması, normalin üzerinde hafız yetiştirilmesi de hafızlığın eski saygınlığını götürdü. Eskiden falan hafızı kelam denerek kişilere iltifat edilirken bugün falan hafız denmesi halk nezdinde çok bir anlam ifade etmiyor.

Din, iman, ahlak, milli ve manevi değerler, emanet, ehliyet, liyakat ve adalet üzerinde o kadar çok duruldu ki söz ve eylem çelişkisinden dolayı bu değerler çoğu insan nezdinde çok bir anlam ifade etmez oldu.

Dindar nesil yetiştirme vurgusu da ters tepti. Gençlik ve çoğu insan hiç olmadığı kadar dine mesafeli. Bunda FETÖ, dinin siyasete alet edilmesi ve söz ve eylem çelişkisi baş etken olduğu düşünülüyor.

Namaz üzerinde çok duruluyor. Ahirette ilk hesap namaz borcu deniyor. Namaz üzerine okullar proje üstüne proje geliştiriyor, sabah namazı seansları düzenleniyor. Hutbede, vaazda tüm ibadetlerden daha fazla namaz vurgusu yapılıyor. Her okul ve işyerinde mescitler var. İhtiyaç veya değil, sürekli cami yapılıyor. Öğrencileri camiye çekmek ve namaz alışkanlığını teşvik için her yıl hediyeli namaz kampanyası tertip ediliyor. Gelinen noktada camiler hiç olmadığı kadar boş. Halbuki o kadar İHL ve ilahiyat mezunu var. Hepsi mahallesindeki camiye gitse en az bir saf cemaati olur her caminin. 

Oruç aynı şekilde. Toplumun büyük çoğunluğu oruç tutmuyor. Eskiden oruç ayında oruçlu olmasa da oruçlu gibi görünme vardı. Şimdi ise şehirlerde alenen yeme ve içme ramazan ayında iyice arttı.

Gündemde tutulan her konuyu kısa kısa burada ele alsam kaç sayfalık bir yazı olur. Bu kadarla yetineceğim. Yalnız bir konuya daha değineceğim.

Filistin ve Gazze konusu, İsrail saldırıları; gazete, TV’de, sosyal medyada ve topluluklarda o kadar gündem oldu. Hutbe ve vaazlarda, yapılan dualarda hiç gündemden düşmedi. Miting, boykot, telin, yürüyüş, protesto, Yahudi ürünlerine boykot hiç hız kesmedi. Gelinen noktada Filistin ve Gazze meselesi de sıradanlaştı. 

Yazıya son noktayı koyacaktım ki eşimi almaya gideceğimden yazıyı yarım bıraktım. Gitmişken arabanın gazı yok diye petrole girdim 22.30 sularında. 00.00’dan itibaren benzine 76 kuruş zam geleceğini de okudum. Petrolden hem gaz hem de benzin aldım. Petrol bomboş idi. Halbuki petrole girerken uzun kuyruk olacağını düşünmüştüm. Çünkü zamlı hayata merhaba dediğimiz ilk yıllarda ne zaman akaryakıta zam gelecek dendiğinde, petrollerde uzun kuyruklar oluşurdu. Şimdi gördüm ki petrol bomboş. Bu da gösteriyor ki akaryakıta gelen zam da sıradanlaşmış. Vatandaş umursamıyor artık. Nasılsa yine gelecek diyor. Herhalde ölmüş eşek kurttan mı korkar diye düşünülüyor olmalı.

Sanırım örnekleri uzatarak meramımı anlattığımı düşünüyorum. Örneklerden de anlaşılacağı üzere bir şeyin önemine dikkat çekmek için o şeyi temcit pilavı gibi yinelemek veya tehlikeye işaret etmek o şeyi bayağılaştırıyor, sıradanlaştırıyor, insanımız umursamaz bir hale bürünüyor.

Bu demektir ki her şey yerinde ve kararınca olmalı. Fazlası bir müddet sonra sıkıyor ve bezdiriyor. Bununla kalsa iyi. Meseleyi de çözmüyor. 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde