Ana içeriğe atla

Takkeli Dağ Serüvenim

Yan taraftaki bayrak Takkeli Dağ'ın Tepesindeki bayrak. 14 Eylül 2020 tarihinde çıkmıştım buraya. 

Salgın dolayısıyla yüz yüze eğitime ara verildiği, yavaş yavaş uzaktan eğitimin başladığı zamanlar. 

16.50'de canlı dersim var. Öğle vakti yürüyüşümü yapıp geleyim diye evden çıktım. 

Rotayı Yeni Meram Tıp Fakültesine çevirdim. Oraya varınca biraz geçtim. Saray Köy tabelasını gördüm. Dedim Saray Köy'e gideyim. 

Vardım oraya. Takkeli Dağ tüm azamet ve yüksekliğiyle kendini gösterdi. 

Bir çeşmeden yaşlı bir amca su dolduruyordu. Amca bu dağa nereden nasıl çıkılır dedim. Köyün yamacından dedi. Hiç çıktın mı dedim. Çocukluğumda dedi. Gel haydi bir de şimdi çıkalım dedim. Çıkamam bu yaşımda dedi. Kaç saatte çıkılır dedim. İki üç saatte ancak dedi. 

Saatime baktım. 13.00 suları idi. Dersimin başlamasına 4 saat var. Acaba dersi kaçırır mıyım dedim. Herhalde kaçırmam. Amca 2-3 saat dediğine göre ben daha erken çıkarım dedim ve köyün yamacından dağa tırmanmaya başladım. İlk hedefim su deposu idi. Oraya güç bela vardım. Sonra sağa doğru kah dik kah yan yürümeye devam ettim. Gerisin geriye yuvarlanmamak için dik yürümedim. Dağa doğru tırmanır gibi yaptım. Ot, taş ne bulursam, tutunmak için destek aradım. Çoğu zaman belediyenin ektiği fidanları takip ettim. Oralarda nefesledim. Yürüye yürüye dağın Sulutas'a bakan tarafına gelmişim. Çünkü dik çıkılmıyor. Ancak biraz yan biraz dik şeklinde yürüme imkanı buldum. 

Baktım ki çıkıp bitirmişim. 1720 metre yükseklikteki dağdayım. Bir anda yedi sekiz kişiyle karşılaştım. Kimsin dediler. Ziyaretçiyim dedim. Ziyaret yasak, güvenlik seni nasıl saldı dediler. Güvenliği görmedim. Ayrıca güvenlik kulübesi de yoktu. Şu yolun aşağısında güvenlik var. Güvenliği görmediğine göre nereden geldin buraya dediler. Dağın yamacından dedim. Amca, ne cesaret. Oradan çıkılır mı hiç. Hem sarp hem tehlikeli. Biri yukarıdan bir taş yuvarlasa ne olurdu dediler. Yoldan haberim yoktu. Aşağıda bir köylüye sordum. Şu yamaçlardan çıkacaksın dedi. Ben de öyle yaptım dedim. Geri dön, yasak buraya çıkmak dediler. Niye yasak dedim. Biz burada kazı çalışması yapıyoruz dediler. İyi, siz çalışmanızı yapın. Ben aşağıdan gelirken zirvede dalgalanan bayrak gördüm. İzin verin. Bayrağın yanına kadar varıp döneyim dedim. Olmaz amca, güvenliği çağırırız bak dediler. Valla, buraya kadar geldim. Güvenlik falan dinlemem. Zaten o gelinceye kadar ben bayrağa ulaşırım dedim. Ne bilelim senin buraya zarar vermek ve altın aramak için gelmediğini dediler. Gençler, saçlarıma bakın, altın sarısı saçlarım var benim. Altını nideyim ben. Ayrıca altın aramak için elde alet edevat olması lazım. Bakın, elimde sadece cep telefonu var. Bununla mı altın arayacağım ben dedim. Amca, izin versek bile o kadar çaba sarf ettik. Kazdığımız yerlere zarar verirsin dediler. Gençler, dikkat ederim, merak etmeyin dedim. Allah Allah çattık bugün dediler. 

İçlerinden sessizce bakan sakallı biri dikkatimi çekti. Delikanlı, sen iyi birine benziyorsun. Arkadaşlarına söyle de izin versinler dedim. O zamana kadar sessiz duran genç, amca ne iş yapıyorsun dedi. Öğretmenim dedim. Peki, biz senin sınıfına izinsiz girsek ne yaparsın dedi. Kızarım dedim. Bak gördün mü, kızarmışsın dedi. Delikanlı, kızarım ama kızmakla kalırım. Başka da bir şey yapmam. Siz de bana kızın, sonra izin verin dedim. Tamam amca, şu taraftan git, hemen gel, orada bayrağı görürsün dediler. Hah şöyle ya. Çok teşekkür ederim dedim. Gösterdikleri taraftan yürüdüm. Bayrağın yanına vardım. Hem bayrağı hem Konya'yı tepeden fotoğrafladım. Ama neye yarar. Çünkü eski mi eski bir telefondu. Çektiğim fotoğraflar mavi renginde çıkıyordu. Neyse hatıra olarak çekmiş oldum. Gençlere verdiğim söz gereği hemen geldiğim taraftan geri döndüm. Gençler, çok sağ olun, burada çalışan olduğunu bilseydim, yiyecek ve içecek bir şeyler getirirdim. Bir de buraya çıkan yol olduğunu bilseydim, oradan gelirdim. Kusura bakmayın. Size kolay gelsin dedim. Ayrıldım. 

İnişim yoldan artık. Yolu az inmiştim ki güvenlik karşıladı beni. Amca, niye böyle yaptın, yasak yere böyle girilir mi, senin kimliğini almam gerek normalde dedi. Delikanlı, kimliğimi almak istesen de yanımda kimlik namına bir şey yok. Yasak olduğunu bilseydim zaten çıkmazdım dedim. Araban nerede dedi. Arabam yok delikanlı. Ben ta Meram Yaka'dan buraya yürüyerek geldim. Yine yürüyerek gideceğim dedim. Tamam amca. Şu yolu takip et. Yalnız yılan eksik değil, önüne çıkabilir, dikkatli ol dedi. Eyvallah, sağ olasın diyerek inişe devam ettim. 

Önüme yılan da çıkmadı. Yol da birden bitti. Yoldan çıksam daha erken çıkarmışım zirveye. Gerçi güvenlik salmazdı o zaman. Ben de geriye dönmek zorunda kalacaktım. Yasal olmayan yoldan dağa çıkmak, yol varken yamaçlardan çıkmak akıl kârı değil ama konu ben olunca kapı varken bacadan girmek gibi oldu. 

Sulutas yoluna çıktım. Oradan Saray Köy'ün içinden hiç duraklamadan seri ve tempolu bir şekilde evin yolunu tuttum. 

Meram Tıp Fakültesi Hastanesinin önünden geçerek Hoca Fakıh yolunu takip ettim. Oradan Meram Yaka'daki başlangıç noktama geldim. Eve geldiğimde canlı dersimin başlamasına beş dakika vardı. 

Duş almadan terli terli bilgisayarın başına oturarak öğrencilere link gönderdim. Dersimi işledim. 

Dersten sonra duşumu olup tartıldığım zaman 67 kiloya indiğimi gördüm. 

Vay be. Bu şekil uzun tempolu yürüyüşüme, zannedersem Ramazan bayramı sonrası 29 Mayıs 2020 tarihinde başlamıştım. Yürüyüşe başlarken 83-85 kilo idim. Göbek de o biçimdi.

Aradan dört yıl geçse de bugün gibi hatırlıyorum o yürüyüşü. Toplam 4 saat sürmüştü Yaka-Takkeli Dağ gidiş ve dönüşüm. Ne kadar terlediğimi, atletimin göl olduğunu, başımdan aşağı terin aktığını, Takkeli Dağın tepesinde çokça sarnıç gördüğümü hiç unutmam. Bu yazıyı da sosyal medyada paylaştığım Takkeli Dağ fotoğrafları, yıl dönümünde önüme düşünce, Takkeli Dağ da arşivimde yerini alsın istedim. 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde