Ana içeriğe atla

Pazar Günlüğüm

Sorumluluk sınavı vardı pazar günü. Belirtilen saatte kuruma giderek soru, cevap, sınav, sınav okuma ve evrakları doldurup teslim ettik.
Dönüşte markete uğrayıp birkaç kalem alışveriş yaptım. 
Eve geldikten sonra kahvaltımı yapıp çayımı içtim. 
Git gel kaç adım olmuş diye adımsayara baktım. 6 bin küsur olmuş. Azdı. En az 8-10 bin adım olmalıydı. 
Aldığım zeytin ve tereyağını beğenince biraz daha alayım, hem biraz daha adım atayım hem de ekmek alayım dedim.
Çıktım evden. Önce ekmeği mi alayım, markete mi gideyim derken önceliği ekmeğe verdim. 
Ekmek olarak kepeği alınmamış ekmek tüketiyorum. Aldım mı on tane birden alıyorum.
Bu ekmeği de her fırın yapmıyor.
Bir ara tam buğday ekmeğine yöneldim. Unu alıp bir fırına yaptırmaya başladım. Unu al, fırına ver, bir gün sonra yapılan ekmeği al biraz meşakkatli oldu. Her fırın bu ekmeği yapmadığı için fırıncı da beher ekmek başına baya tuzlu para aldı. Bu fırını bıraktım. 
Ali Kemal Sivaslı Caddesi üzerinde, unu verip ekmek yapan bir fırın olduğunu duydum. Bir ara uğradım. Un versek yapar mısınız dedim. Kendimiz yapıyoruz. Ayrıca dışarıdan un getirene ekmek yapmaya vaktimiz kalmıyor. İşte şunlar bizim yaptığımız ekmek dedi. Birkaç tane alıp tadına baktık. Beğenince un alıp ekmek yaptırmaktan vazgeçtik. Evde ekmek bittikçe bu etliekmek fırınına gidip sıcacık ekmeğimi alıyorum. Ev-fırın mesafeli olunca fazla fazla alıyorum. 
Ev ortada, market ile fırın ters mesafeli. Ama olsun. Yürüyüş için ideal. 
Ekmek almaya giderken ben de yürüyüş yapayım diye hanım da takıldı peşime. Yan yana yürüyoruz. Tam kolkola girme zamanı ama nasıl yapardım bunu. Yapmadık bugüne. Gören ne derdi ayrıca. 
Hanım en son koluma bir kış günü Ankara'daki girmişti. Yabancı memleketteydim. Kim görecekti sonra. Yine de bilinçaltıma işlemiş ki ne yapıyorsun demeye hazırlanırken ne yapayım, ayağım kayıyor dedi. Meğerse o da alışmış, koluma girmemeye. Ama işin ucunda yaban elde düşüp ayağı kırmak da var. Sende mi demeyin. Güvenlik amaçlı oldu. 
Yan yana iki yabancı gibi yürürken, güç bela yürüyen yaşlı bir teyze bize doğru yaklaştı. Evladım, şu sokak nerede bir bakar mısınız, daha önce geldim ama bulamadım, bir yardımcı olur musunuz, kulağım da ağır duyar, gözlerim de net görmüyor dedi. Bereket adresi yazıp eline vermiş teyzeyi bir başına gönderen. Sorduğu Ağırbaş Sokağı görmüştüm ama neredeydi? Buralarda olmalı ama dur teyze haritadan bakayım dedim. Ben haritaya bakarken sokaktan geçen bir gence daha sordu teyze. Ne kadardır arıyor bu sokağı, kimse bilmiyor. 
Gel teyze, yakın buraya dedim. Geriye dönüp aradığı sokağa teyzeyi bıraktım. Ardından fırına yöneldim tekrar. 
Yolda giderken şu belediyeler sokak isimlerinin yanına parantez içinde bir de sokak numarası yazsa ne iyi olur dedim. Çünkü Konya'da cadde isimleri bile bilinmez. Değil ki sokak bilinsin. Halbuki sokaklara numara verilse, harita kullanmayı bilmeyenler için numarayı takip ederek aradığı sokağı bulması daha kolay olur. 
Fırına girdim. Her zamanki gibi fırın faal. Küçücük fırında çalışan 4-5 kişi var. Bir lokantaya özel sipariş tırnaklı ekmek yapıyormuş. Benim aldığım ekmek ise az önce yapılmış, soğuması ve satışı için raflara konmuş. 
Selam verdim. Kolay gelsin. On ekmek alana on bir ekmek mi veriyorsunuz dedim şakasına. Senin canın sağ olsun dedi. 
Eleman ekmeği kağıda sarıp poşetlerken ekmek yapan ustaya, sizde çalışan MESEM öğrencisi yok mu dedim. Yok, çalıştırmıyoruz dedi. Niye dedim. Bir ara aldık. Bir gün geldi bir gün gelmedi. Geldiği zaman da doğru dürüst iş yapmadı. Diğer çalışanlara da kötü örnek oldu. O yüzden almıyoruz dedi. 
Bu arada ekmeklerimizi iki poşette uzattı görevli. Ben de parayı uzattım. Teşekkür edip çıkarken on bir ekmek koydum dedi. Olur mu? Ya ekmeğin birini geri al ya da parasını vereyim. Ben az önce şaka yapmıştım dedim. Olmaz, helali hoş olsun dedi. Israr ettim ise de yine olmaz dedi. Yaptığım şakaya mahcup oldum ama hoşuma gitmedi değil hani. Hasılı bir şaka benim için kısa günün kârı oldu. İlaveten bir ekmeğe daha sahip oldum. 
Ekmeği aldıktan sonra markete doğru yürüdük. Market de Ahmet Öksüz üst geçidinin orada. 
Biraz zeytin, biraz yağ daha aldık. Ödemeyi yapıp çıktım. 
Çıktım ama iki parça ürün elde zor taşınırdı. Çünkü biraz değil baya almışım. Ne yapacaktım şimdi? Ya eve telefon açıp araba gelecekti ya da güç bela elde götürecektik. Ev-market mesafesi de bin adım kadar. 
Sonunda market arabasının içinde götürmeye karar verdim. Ben götüreyim, oğlan geri getirsin dedim. 
Eve gelince, boş ver oğlanı. Şu emaneti teslim edeyim, bu vesileyle bir iki bin adım daha adımlarım dedim. 
Dediğimi de yaptım. 
Eve girdiğimde 14630 adım attığımı gördüm. Şura, bura derken oturunca yorulduğumu anladım. Hasılı hem pazarı değerlendirdim hem alışverişimi yaptım hem soyuldum hem de bir ekmek kazançlı çıktım. 
İyi pazarlar. 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde