Bu yazımda da çay
ocağında tanıştığım Çaldıranlı olduğunu öğrendiğim insanımızla ilgili yazıya
devam ediyorum.
1995 yılında ailecek
taşınmışlar Konya'ya. Alçı, boya işleri yapıyormuş. İşi de iyi imiş. İlk
geldiğinde Saraçoğlu tarafında oturmuş. Çocukların okulu dolayısıyla Şefik
Can'a taşındım dedi. Cuma günleri çalışmıyor musun dedim. Cuma öğleden sonra
çalışmam dedi.
Çaldıran’dan göçüp
Konya’yı mesken edinmelerinin sebebini sormadım ama niçin taşındıkları sanırım
şu anlattığında gizli idi:
1987-1992 yılları
olsa gerek. Köyümüz İran sınıfındaki en son köy. Hayvancılık yapıyoruz.
Koyunları yayılmaları için götürdük babamla beraber. İran sınırını biraz
geçmişiz. Uzun boylu adı Cem olan komutan bizi yakaladı. Başkaları da vardı
yakaladıkları arasında. Herkesi ikişer ikişer eşleştirdi. Beni de babamla. Elime
bir sopa verdi komutan. Vur babana dedi. Ağlıyorum. Vurmam dedim. Babama vurur
muydum? Şunu yaparım bak vurmasan, bunu yaparım tehditleri savurdu. Tir tir
titriyorum. Babam, Kürtçe vur dedi birkaç defa. Sonunda komutan bize kötülük
yapmasın diye babamın avucuna 8 defa vurdum. Ben vurdukça komutan gülüyordu.
Benim vurmam bitince, babama şimdi de sen oğluna tokatla vuracaksın dedi. Babam
da bana kaç defa tokat attı.
İran sınırını geçen
köyün ne kadar insanı varsa hepsine aynı bize yaptırdığını yaptırdı komutan.
Ardından bizi bıraktı.
Çocukluğumda
yaşadığım bu olayı hiç üzerimden atamadım. Çok etkilendim. Aklıma geldikçe o
anı yaşıyorum. Babamın bana, benim babama vurduğum, ağlayıp sızlamalarımız ve
komutanın katıla katıla gülüşü gözümün önüne gelir zaman zaman.
Yaşadığım bu
psikolojiyi atlatabilmem için babam üzerimde çok durdu. “Oğlum, İran sınırını
geçmekle biz yanlış yaptık. Komutan ise haklı. Çünkü komutanın görevi bizi
korumak ve sınırın güvenliğini sağlamak. Bizim iyiliğimize yaptı bunu” şeklinde
defalarca söyledi. Adeta beni işledi. Babam olmasaydı, o psikolojiyi
atlatamazdım. Büyüyünce şimdi ben burada değil, dağda olurdum dedi.
Sadece ben değil,
nice çocuk aynı muamelenin benzerine maruz kaldı. Bir komşumuz vardı ki başına
gelenlerden ötürü baktı ki çocuğu dağa çıkacak. Çocuğunu köyden ve o ortamdan
uzaklaştırıp İstanbul’a okumaya gönderdi. Çocuğu orada 8 sene kaldı. Çocuğunu
dağa çıkmaktan böyle kurtardı. Bizim oralarda ne hikayeler var daha dedi.
Bu anlattığından,
dağa çıkan çoğu kişinin geçmişte yaşadığı bir travması vardır anlamı çıkar mı
dedim. Öyle de denebilir dedi.
90’lı yıllar
Türkiye’nin kanayan yarası ve kapalı kutu. Terör örgütünün azması ve büyümesi
için her şey yapıldı. Faili meçhuller o dönemde ayyuka çıktı. Bu da bir kısım
asker, polis ve memuru eliyle yapıldı. Türk-Kürt adeta birbirine düşman edildi.
Birileri bundan çok ekmek yedi. Orada atılan her kurşun ve şehit cenazesinden
birilerinin oyu bu tarafta arttı. O tarafta da terör örgütüyle bağını inkar etmeyenler
oyu kendilerine tahvil etti. Güya Kürtlerin hakkını koruyorum iddiasında dedim.
Korumayla hiç alakası yok. Bunlar bize ve bu ülkeye zarardan başka bir şey vermemiştir dedi.
*26.07.2024 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder