Ana içeriğe atla

Yurdum İnsanı Bir Başka (1)

Mahallede cuma namazını kıldıktan sonra hem yürüyüşümü yapayım hem de bir çay ocağında çayımı yudumlarken yazar çizerim dedim. 

Aziziye civarında her zaman oturduğum çay ocağına geldim. Her masanın etrafında ikişer, üçer kişi oturmuş, çay eşliğinde muhabbetlerini yapıyorlardı.

Bir kişi bir masada tek idi. Ne yapayım, müsaade isteyim yanıma oturayım mı diye düşündüm. Çünkü bir başına otururken bir başkası izin isteyip yanıma oturur, aynı masada iki yabancı gibi otururduk.

Cesaretimi toplayarak oturabilir miyim dedim. Buyur dedi. İki yabancı gibi oturmama müsaade etmedi. Çay içer misin dedi. Yok, sağ ol dedim. Az sonra bir daha dedi. İçerim az sonra dedim. Teşekkürler dedim. Fazla zaman geçmeden bir daha teklif etti. İçeyim dedim. İki çay söyledi içmeye başladık.

Şivesi pek Konya şivesine benzemiyordu. Bir an için Suriyeliye benzettim. Suriyeli misin dedim. Öyle ya bizde tanışma nerelisin demekle başlardı. Hayır, Vanlıyım dedi. Neresinden dedim. Çaldıran dedi. 

Çaldıran'da otobüsümüz mola verdi. Bir çay içimi kadar oturdum, sizin kapalı çarşıda. Çarşıyı da çok beğenmiştim. Çarşıya girmeden 8-9 yaşlarında bir çocuk, ayakkabını boyayım mı abi dedi. Kaça boyuyorsun dedim. Ne verirsen dedi. Bozuk paran var mı dedim. Bozdururum dedi. Yıl 2008-2009 olmalı. Cebimden bir on lira verdim. Çocuk, parayı almasıyla koşması bir oldu. Gelmedi değil mi dedi. Gelecek mi diye beklemeye koyuldum. Çocuk nice sonra elinde hep bir lira ile geldi. Parayı avcumun içine koydu. Belli ki bozdurmak için epey dolaşmış. Gelmesi hoşuma gitti çocuğun.  Aç avucunu dedim. Rastgele avucunun içine boşalttım. Herhalde 6-7 lira vermişimdir. Bu fazla abi dedi. Olsun, kat cebine dedim. Pasaja doğru yürüdüm. Ayakkabını boyamadım dedi. İstemez. Sen öğrenci olmalısın. Bu saatte niye ayakkabı boyuyorsun yoksa okula gitmiyor musun dedim. Gitmiyorum ama gideceğim dedi. Git mutlaka dedim. İçeri geçtim. Orada çayımı yudumlarken bir başkasına ayakkabımı boyattım. Çıkışta o çocuk yine bir kenarda bekliyordu. Beni görünce güler yüzüyle başını sallayarak selam verdi. Böyle bir anım var Çaldıran'la ilgili dedim. Muradiye, Erciş buraları gördüm. Doğu Beyazıt'a kadar gittim. Kalenize çıktım dedim. Bizim memleket iyidir, insanı da öyle ama ön yargı var bize karşı dedi. Nizip ve Kahta'da çalıştım. Severim sizin insanı. Tanımak lazım. Tanımayınca ve diyalog kurmayınca ön yargılar oluşuyor iki tarafta dedim. 

İkinci çaylarımız da geldi bu arada. Muhabbet koyulaştı. Ben bu anekdotumu anlatınca o da başladı anlatmaya. Çok haklısın dedi. Bir gün otobüse bindim. Memlekete gidiyorum. Yanıma gençten biri oturdu. Mengene'de otururmuş. İlk atamada öğretmen olarak tayini Çaldıran'ın bir köyüne çıkmış. Kafasını da doldurmuşlar. Gidiyor ama korkudan tir tir titriyor. Korkma, bizim insanımız sana sahip çıkar. Sen iyi olduktan sonra sana bir şey yapmadıkları gibi seni koruyup gözetirler dedim.

Gideceği köy bizim komşu köyü idi. Otobüsten indik. Köyüne kadar götürdüm. Bu genci koruyup gözetin diyerek muhtara teslim ettim dedi. 

Bu genç öğretmen bu köyde beş sene kaldı. Ara ara telefonla görüşürüz. Köylü yemesini, içmesini karşılamış, el üstünde tutmuş öğretmeni. Ben böyle bilmezdim buraları deyip çok memnun bir şekilde ayrıldı oradan. Biz hala görüşürüz dedi. 

Ardından bu ön yargı karşılıklı. Sadece Türklerde yok, biz Kürtlerde de var. Bir tane anlatayım dedi: Biz Konya'yı mesken edindiğimizde bize, Bozkırlılara dikkat edin. Onlar bizi sevmez. Size kötülük ederler demişlerdi. Bozkırlılardan korkardım.

Gel zaman git zaman Bozkır'dan bir iş aldım. Oranın boya işlerini yapacağız. Bize iş verene, çalışanlarım nerede kalacak dedim. İşte şurası diye bir yeri gösterdi. İşçilerime kalacakları yeri gösterdim. Biz burada kalmayız. Çünkü burası korumalı değil. Buranın insanı bizi görünce bize yapmadığını bırakmaz dediler. Bu endişeyi inşaat sahibine söyleyince, olur mu öyle şey. Kimse size bir şey yapmaz. Burnunuz bile kanamaz. İçiniz rahat olsun demiş.

Boya işi kaç gün sürdü. Gösterilen yerde kaldık. Başımıza bir şey gelmediği gibi zorunlu olmadığı halde sabah akşam yemeğimizi ve çayımızı da verdiler. Bize çok iyi davrandılar. Oranın işi bitince bize orada birkaç iş daha verdiler. Çok memnun ayrıldık dedi. Kafamızdaki Bozkırlılar Kürtleri sevmez ön yargısı da böylece yok oldu dedi. (Bu tanışma faslına diğer yazımda da devam edeceğim.) 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde