Ana içeriğe atla

Bilinmez Yarınımız

Hiç öz güveni yok. Bir başına kalamaz. Yanında mutlaka biri olmalı. 

Hiçbir işi de bir başına yapamaz. Biri mutlaka yardım etmeli. 

Olduğu yerde pek duramaz. Çünkü sıkılır. Başka yere gitmek ister. Gideceği yere de hep biri götürmeli. Gittiği yerde de çabuk sıkılır. Hemen dönmek ister.

Evtik bir hali var. Aynı yerde bir oraya, bir buraya hızlı hızlı döner durur ya da gider gelir.

Rutin işleri alelacele yapar. Birden yapıp kenara çekilir. Aceleciliğinden işini düzgün yapmaz.

Sabırsızdır. Dediği ve istediği birden olacak. Olması için de arka arkaya defalarca söyler. 

Konuşurken de bağırarak konuşur. Konuşanı pek dinlemez. Dinlese de anlamaz. 

Can sıkıntısından verir yemeğe. Yerken de hızlı hızlı yer. Her yemekten sonra vurur kafayı yatar. 

İş yapmayı sevmez. Hep biri yapsın, ben oturup yiyeyim. Önüme oturduğum yerde sofra gelsin ister. En büyük hayali bu idi. Armut piş, ağzıma düş misali. 

Kendisini hiç yenilemedi. Üzerine yeni bir şey koymadı. Hep eski gördüğünü uyguladı. Yeniliğe açık olmadı. 

Hep eskiden ne çektiğini anlattı durdu. 

İnadı inattı. Yüksek şeker hastası olmasına rağmen çaya şeker atmaktan bile vazgeçmedi. Yerken ve içerken atın ölümü arpadan olsun modunda oldu hep. Hızlı hızlı ve orantısız yedikten sonra maden suyu arayışına girdi hep. 

Kendi doğruları vardı. Tüm doğruları kendi doğrularından ibaretti. 

Canı nazlı ve kıymetliydi. Sadece kendini düşünürdü. 

En ufak bir tıkırtıdan korkardı. 

Ne yol bilir ne de yolak. 

Her yemeğin ardından çektiği uyku sonrası kafa ağrısı da hiç eksik olmadı. 

Şeker hastası olmasına rağmen hiç perhiz uygulamadı. Ne bulduysa zararlı, bana dokunur demedi. Abbas'ın kör gazı gibi yedi. 

Bu yiyişiyle bir gün yıkılıp felç olacak dedim zaman zaman. 

Doğru dürüst doktor yüzü görmedi.

Nihayet bir gün kısmi felç geçirdi. Tedavi gördü. Bir fizyoterapistten hareket desteği de aldı. Yapması gereken egzersizleri yapmadı. Başkasının desteğiyle güç bela ayağa kalktı. Düşerim, düşeceğim korkusuyla doğru dürüst yürümedi. Kendi başına ne kalktı ne yürüdü. Kendisine destek olanlara, biz kaldıramıyoruz, çabuk iyileş deyin dedim. Demişler. Biriniz zorlanıyorsa iki kişi kalın başımda demiş. Zaman zaman ben iyileşirsem yanımda kimse kalmaz, bütün iş bana kalacak korkusu yaşadı. 

Bir gece baston yardımıyla lavaboya giderken düşüp kalçasını kırdı. Ameliyat olmasına rağmen bir daha kalkamadı. Şimdi dört yıldır yatağa bağlı olarak yaşıyor. Mama ile besleniyor. Allah kimseye vermesin. Kendisi için de zor bakan içinde. 

Aslında çok da merhametli ve de duygusal biri. Öz güven eksikliği, düşerim korkusu ve inadı bu noktaya getirdi kendisini. 

Bu durumunu görünce, hep oturduğum yerden bir ekmek istedi. Allah ona dört yıldır yattığı yerden yemek veriyor diyorum. Ayıplamak için değil. Bir durum tespiti benimkisi. Öyle zannediyorum akıbetini böyle olmasını ya da olacağını düşünemedi. Hangimiz bilir ki. Sonuçta insan ne yaparsa kendine ve çevresine yapar denilen bir durum var ortada. Bizi yarın ne bekliyor, bilmiyorum. Ama Allah herkese hayırlı ve bereketli ömür ve ölüm versin. 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde