Ana içeriğe atla

Müslüman ile İslamcı

Birbirinin yerine kullanılan iki tabir var. Bunlar: Müslüman ve İslamcı. 

Önce TDK bu iki tabire ne anlam vermiş bir bakalım. 

Müslüman: İslam dininden olan. İslam dininin kurallarını yerine getiren kimse. 

İslamcı: Müslümanlığın esaslarını sadece dinî hayatta değil, hukuksal, ekonomik ve siyasal düzenlemelerde de geçerli kılmak isteyen. 

Bu iki tabir bazen birbirinin yerine de kullanılır ise de her İslamcıya Müslüman denirken her Müslüman İslamcılığı kabul etmeyebiliyor. 

Bu iki kavram arasındaki ayrımı, Sunucu Mehmet Akif Ersoy'un kısa bir videosunda gördüm. Tanımadığım biriyle konuşuyor. Sizlerle paylaşmak isterim.

Sunucu, kendi dindarlığıyla meşgul olana Müslüman, başkasının Müslümanlığıyla meşgul olana İslamcı denir dedikten sonra sözü muhatabı aldı. 

Muhatabı, ben kendi dindarlığımla uğraşırım dedi. Ardından tasavvufta şöyle bir hikayeye yer verilir deyip hikayeyi anlatmaya başladı:

Şeyhin oğlu büyümüş. Şeyh, oğluna haydi sabah namazını kılmak için camiye gidelim demiş. 

Baba oğul camiye giderlerken oğlanın gözü mahalledeki evlere kaymış. Bakmış ki hiçbir evin ışığı yanmıyor. Hemen dönüp babasına, baba! Mahallede tek bir ışık yanmıyor. Hiç kimse sabah namazına kalkmamış deyince, şeyh:

Evlat, daha ilk defa sabah namazına gidiyorsun. Hemen mahalleliyi yargılamaya başladın demiş.

Sanırım Müslüman ile İslamcı tabirleri bu hikayeden daha güzel anlatılamazdı. Çünkü kendimizi ister İslamcı ister Müslüman görelim, kendi dindarlığı dışında başkasının dindarlığıyla uğraşan herkes, isterse İslamcı olmayı kabul etmesin, bir nevi İslamcı demektir.

Kendi Müslümanlığıyla uğraşanlar var aramızda. Onlara sözümüz olamaz. Ama kendini Müslüman gördüğü halde ya da Müslümanlığını yaşamaya çalıştığı halde başkasının Müslümanlığını sorgulayan milyonlar var bu ülkede.

Bu tür İslamcılar, İslamcılığını sosyal medya aracılığıyla yapıyor. Bunlara sosyal medya İslamcısı dense yeridir. Bunlar ha bire bu alem vasıtasıyla emir ve talimat yağdırıyor, birilerini eleştiriyor, yargılayıp duruyor:

Açık giyinene kızıyor. 

Oruç tutmayana veryansın ediyor. 

Alenen oruç yiyene demediğini bırakmıyor. 

Camiler bomboş, giden yok deyip maça gidenle, camileri karşılaştırıyor. Statlar dolu, camiler boş diyor.

Kendi düşüncesinde olmayan birilerinin namaz kılmasını, camiye gitmesini samimi bulmuyor. Gösteriş için gidiyor diyor. 

İçki içene köpürüyor.

Kısaca kendi Müslümanlığıyla meşgul olacağı yerde durmadan başkasının Müslümanlığıyla uğraşıyor. 

Bu demek değildir ki başkasına bakmayıp sadece kendimizle uğraşacağız. Kastım bu değil. Elbette her alandaki eksik ve aksak yönlere değinilecek. Ama önce kendimize bakmamız gerekiyor. Müslümanlığını iyi yaşayan birinin, sözünden ziyade yaşantısı insanlara örnek olur. Yaşantıyı bir tarafa bırakarak sürekli sözle dövmek iş değil. Çünkü bunun kimseye faydası olmaz. 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde