Ana içeriğe atla

Küflü Çıkı Komodinim

Komodinim, ne kadar gereksiz şeyim varsa onunla dolu. Cebimde lazım olmayan ne varsa oraya atarım çünkü. Kapağını da kapattım mı ayak altında bir şey görünmez. 

Bir akşam eve geldim. Yine komodine bir şey koyacağım. Bir de ne göreyim. Benim lüzumsuz işler dolabım olan komodinimin içinde, daha bükülmemiş gıcır gıcır iki yüzlük ve yüzlük para vardı. 

Sağa sola baktım. Kimsecikler yoktu. Elim hemen paraya gitti. 4 âdet 200'lük, 2 âdet 100'lük vardı. Tamı tamına 1000 lira. Bir sevindim bir sevindim. Sormayın. Günlerden 23 Nisan diyeyim de sevincimi anlayın.

Gündüzünde de bir ihtiyacım için birinden 2.500 lira almıştım. Benim gereksiz işler küflü çıkımda adeta bir hazine varmış da haberim yokmuş.

Sevindim ama dur Ramazan. Belki senin değildir bu para. Az sonra sahibi çıkarsa üzülürsün dedim. 

İyi de benim özel dolabıma bu parayı kim koymuştu? Düşün dur.

Acaba evin içişleri bakanı koymuş olabilir miydi? İyi de kendi dolabı varken benim dolaba niye koysun. Üstelik bu, kıyametin kopması demekti. O zaman Oğlan? Haydi canım. Oğlan züğürt zaten. Parayı nereden bulsun da benim dolabıma koysun. Üstelik odama da girmez.

Acaba kulum sevinsin diye birini vesile edip Allah harçlık göndermiş olabilir miydi?

Acaba eve hırsız girdi de bu adam züğürt. Şuraya para koyayım da bayram edip sevinsin mi dedi?

Aman neyse ne? Buldun bir para. Bağını soruyorum. İkiye katlayıp koydum cebe. Cepte para olunca mutluluğuma da diyecek yok.

O değilden benim komodinde bu para ne arar diye sordum çocuğun annesine. Benim dese bilin ki yıkılacağım. O para ne zamandır senin komodinde. Haberin yok muydu yoksa dedi. Nereden haberim olsun dedim. Haberin olmadığını bilseydim alırdım. Böyle alsaydım, günah olur muydu dedi. Hem de ne günah olurdu. Almamakla iyi yapmışsın. Boşu boşuna günaha girerdin dedim.

Yahu sonradan böyle para bulmak hoşuma gitti. Ara ara evin değişik yerlerine böyle para koyayım. Sonra buldukça sevineyim dedim. 

Bu arada birileri beni küflü çıkı sanırdı. Halbuki küflü çıkı benim komodinmiş. Sevdim bu komodini. Bundan sonra ara ara bakacağım. 

Ardından beleş gelen bu para mutluluğuma evi de ortak edineyim, haydi dışarı çıkıp bu parayı harcayalım dedim. Dünden hazırmış. Her zaman yavaş yavaş hazırlanıp beni dışarıda direk yapan çocukların annesi, baktım benden önce hazırlanıp çıkmış.

Kredi kartı ile harcamalar dışında bu nakidin 400'ünü de harcayıvermişim. Geriye kala kala bu altı yüz kaldı. 

Tam eve geldim ki daha önce sipariş verdiğim firma aradı. Emanetiniz hazır diye. Unutmuştum siparişi de. Beni bir düşüncedir aldı. Çünkü sipariş için 800 vermem gerekecek. Üzüldüm de üzüldüm. Akşam yemeseydim, param hazırmış halbuki. Heyhat ki heyhat... 

Hasılı akşamki sevincim hüzne dönüştü. Çünkü bana lazım şimdi bir 200 lira. Sizden istesem aramız bozulur. Acaba evin altını üstüne getirip bir yerlerden bin lira olmasa da bir iki yüz çıkar mı?

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde