Ana içeriğe atla

Hicvin Üstadı Nef'i

Boş vakit buldukça boş vaktimi bloğumda yazı yazarak geçiririm.

Yazmaya kendimi kaptırdım mı vaktin ne zaman geçtiğini bile bilemem.

Toplu taşımaya bindiğimde de bu huyumdan vazgeçmem. Gideceğim yere ne zaman vardığımı bilmem. Otobüsün sallamalarına aldırmadan yazarım. Yazarken çoğu zaman ineceğim yeri geçip gittiğim olur.

Yazılarım araştırma mahsulü değil. Farklı üslupları kullansam da deneme örnekleri yazılarım. 

Parkta birini beklerken aklıma geldi. Doğum günüm adına bir yazım olsun istedim. Askerlerin il plakalarına geldiği zaman şu kadar günüm kaldıdan ziyade şu ildeyim, bu ildeyim şeklinde gün sayar. Ben de bundan esinlenerek, yaşımı vilayetlerle özdeşleştirip bir gezintiye çıktım. 81 il bittikten sonra yüz sayısına çıkarılması beklenen illerden hareketle, yüz yaşını görmeyi umut eden bir doğum günü yazısı yazdım. Kısaca illerle başlayan yazımı doğum günü tebrikleriyle bitirmiştim. Benim yazımın tezkere bekleyen erattan tek farkı, askerin plakaların bitmesini hemencecik istemesi. Benimki ise plakaları ne kadar geç bitirirsem kar mantığı.

Bu yazımı yazıp aynı gün sosyal medyada paylaştım. Eski edebiyatçı, yeni Türkçeci bir arkadaşa yazının türünü sordum. O da şu cevabı yazdı: "Böyle bir tür edebiyatımızda var mı bilmiyorum ancak Nasreddin Hoca ve  Evliya Çelebi'nin günümüzdeki ete kemiğe bürünmüş "Barbaros" diye görünmüş halisiniz. Bu arada yergilerinizle ilgili olarak Nef'i'yi de anmadan geçemeyeceğim. Hem  seyahatten mizaha, hem de mizahtan yergiye geçen bir yazı türü edebiyatımızda yoksa bile siz yeni bir türü edebiyatımıza kattınız bile. Hayırlı olsun. Siz yüzü görür müsünüz bilmem ama yüzünüzün hep güleceğine inancım sonsuz".

Dostumun bu yorumunda geçen Nef'i'ye takıldı gözüm. Bunda bir ima olabilir mi diye baktım. Mübarek hiciv yazarı imiş. Hiciv yazmayacağım diye 4.Murat'a söz vermiş. Ama sözünde duramamış. Vezir Bayram Paşa hakkında bir hicviye döşemiş.

Koskoca vezire hiciv yazılır mı hiç? Nef’i’ninki de laf.

Sonuç, bundan mütevellit ölümü vezir eliyle olmuş.

Sarayın odunluğunda kementle boğularak öldürülmüş.

Sonra cesedi İstanbul Boğazı’ndan denize atılmış.

İrkildim birden. Garibime üzüldüm. Öyle ya hicviye yazdı diye biri öldürülür müydü hiç?

Garibimin bir mezarı bile yok hasılı. Ama hicivden dolayı öldürülse de sarayda öldürülmesi, Boğaz'a nazır bir yerde denize atılması ölümün artısı gibi geldi bana.

Padişah neyse de devletin üst bürokratına hicviye yazmak akıllının kârı değil.

Neyse dostumun övdüğünü sandığım yorumunda Nef’i’nin akıbetini öğrenince ölümle burun buruna geldim.

Sen ne korkuyorsun demeyin. Maalesef benim yazılarımda da hiciv var.

Gördüğüm kadarıyla hiciv yazarının sonu iyi olmasa da hiciv benden bir parça. Akıbetim Nef’i gibi olmasa da zararını gördüm. Zarar göreceğim diye huylu huyundan vazgeçer mi? Geçmez. Zira atın ölümü arpadan olsun.

Bir eleştiri yazısına tahammül edemeyenler bilsinler ki isabet eden gerçekler, tahammülsüzleri en çok incitendir. Yaptıkları herzelerle yüzleşemeyenler, hıncını Nef’i gibi kalem üstadından alırlar. Belli ki Nef’i, yazdığı hicviyede tam isabet etmiş ve Vezir Bayram Paşa bunu kaldıramamış.

Unutmayalım ki hakkında hiciv yazılan Vezir Bayram Paşa’yı bugün kimse hatırlamıyor. Ölümü iyi olmasa da hicviyesi yüzünden boğulsa da bugün herkes Nef’i’yi hatırlıyor ve hayırla yad ediyor.

Rahmetle anıyorum seni Nef’i ve peşinden giden sayının çoğalmasını temenni ediyorum.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde