Şiddeti 11 olduğu belirtilen bu depremin
3,5 ila 6 dakika sürdüğü, yerde beş metre büyüklüğünde çatlakların oluştuğu
belirtilir.
Depremi tsunami, ardından kentin
pek çok yerinde başlayan yangınlar takip eder.
Deprem Portekiz, İspanya ve Fas’ta da
yıkıcı olur.
Lizbon o dönemde Avrupa'nın en büyük
dördüncü şehri kabul edilir. Şehrin neredeyse tüm yerleşim alanları
kullanılmaz hâle gelir. Deprem'de, Lizbon'daki binaların %85'i harap olur. Bu depremde
60.000 ile 100.000 kişi arasında ölü olduğu tahmin edilmektedir.
Deprem Lizbonluların çoğunu kutsal bayram olan Azizler Bayramında yakalar.
Depremde çoğu kilise yıkılır. Kilisenin enkazı inananlarına mezar olur. Enkazlardan
kurtulanların önemli bir kısmı da tsunami ile yok olur veya yanarak ölür.
Deprem, diğer bütün doğal olaylar gibi mümin, ateist,
soylu, zengin, yoksul, köylü, saraylı, kilise müdavimi ayrımı yapmaması dikkat
çeker.
Kiliselerin yıkılıp kenar mahallerdeki genelevlerin
yıkılmaması ve mahkûmların ölmemesi gibi olaylar insanları hatta din adamlarını,
tanrıyı sorgulamaya iter.
Kilise, yüzyıllardır yaptığı gibi hemen depremin, dünyadaki
günahlar yüzünden meydana geldiğini ilan etse
de halk, “Madem
tanrı dünyadaki günahlar yüzünden bu gazabı yolladı, neden deprem dini bir
bayramda meydana geldi?”
“Madem bu günahkârlara bir uyarıydı, neden mabetler yerle
bir olurken, genelev ve eğlence merkezleri gibi mekanlar yıkılmadı?”
gibi sorular sormaya başlar.
Büyük Lizbon Depremi Avrupa’da başlamış olan Aydınlanmayı tetikleyen
en önemli olaylardan kabul edilir.
Felaketten kısa bir süre sonra depremle alakalı mümkün
olan tüm bilgileri toplayan Kant, konuya ilişkin bir metin
yayımladı. Kant bu çalışmalarıyla dönemde yaygın olan depremlerin
Tanrı tarafından gönderilen cezalar olduğu yönündeki batıl inanışa bir son
hazırlamıştır.
Bu fikirler düşünce tarihini kökten değiştirir. Eğer
depremler Tanrı tarafından gönderilen cezalar değilse, onları araştırıp incelemek
ve hatta anlamak mümkün olabilirdi.
Yapılan inceleme ve araştırmalarda, Lizbon’daki kiliselerin,
yumuşak bir zemine sahip olan şehir merkezinde inşa edildiği için çöktüğü, genelevlerin
ise gözlerden biraz uzağa, şehir merkezi dışındaki kayalık zeminli yamaçlara
inşa edildiği için ayakta kaldığı tespiti yapılır ve insanların depreme karşı
tedbir alıp kendisini korumasının mümkün olabileceği sonucuna varılır. Depreme
daha dayanıklı bir şehir imar planlaması yapılır. Avrupa’nın en güzel
başkentlerinden biri olacak yeni Lizbon inşa edilir. Felaketten sonra, şehir
yeniden düzenlenir. Benzer bir facia olmaması için geleneksel yöntemlerden
esinlenilir. Binalar için deprem önleyici bir sistem geliştirilir. Geniş
caddeler yapılır. Kilise kuleleri ve saray kubbeleri şehre hakim olmaz.
Depremin önceden tedbir alınarak, afete dönüşmesi engellenebilir
bir doğa olayı olduğu düşüncesi Avrupa’ya yayılır.
Aydınlanmanın en etkili yazarı Voltaire’in o yıllarda
yayınladığı “Lizbon Depremi Üzerine” şiiri ile depremin ‘göklerden gelen
bir gazap’ değil, doğal sebeplerle oluşan bir doğa olayı olduğu
tartışması çok geniş kesimlere yayılır. Lizbon Depremi ile yer kabuğunu ve
dünyayı daha iyi tanımamıza neden olacak modern deprem bilimi doğar. (Lizbon
Depremi ile ilgili yazıyı hazırlarken Wikipedia, Teori Dergisi, Felsefe Arenası
sitelerinden yararlandım).
Büyük yıkım ve ölüme sebep olan Lizbon Depremi hakkında kısaca
bilgi vermeye çalıştım. Bu depremi duyardım da bu kadar büyük olduğunu
bilmiyordum. Bu vesileyle öğrenmiş oldum.
Bu depremi konu edinmemin sebebi, daha önce yazı konusu edindiğim,
“İş Görüşmesinde Deprem Etkisi” ve ardından yazdığım, “Depremler Allah’ın Bir
Cezası mı? “ başlıklı yazılarda, halkımızın büyük çoğunluğunda depremlerin “zina
ve zulümden” kaynaklı, “Allah’ın verdiği bir ceza” olduğu inancının olduğunu,
bunun yanlış olduğunu işlemeye çalışmıştım.
Bu yazımda da Lizbon Depreminde de görüldüğü gibi o zamanın Avrupa
insanı da depremleri Allah’ın bir gazabı gördüğünü fakat bu anlayışın özellikle
genelevlerin depremde yıkılmadığı halde kiliselerin yıkıldığını görünce, halkın
sorgulaması, o zamanın bilim adamlarının yerin altından kaynaklı bir durum
olduğu tespitine geldiğini, hurafeleri terk edip depreme dayanıklı evler inşa ettiğini
ifade etmeye çalıştım.
Geldiğimiz nokta itibariyle başta Portekiz olmak üzere Avrupa’nın deprem sorunu olmadığı, çünkü depremle nasıl yaşanacağını öğrendiği halde İslam dünyasının hala depremden nasıl korunacağını öğrenemediğini zaman zaman kapımızı çalan depremlerdeki yıkım ve ölümlerden anlayabiliyoruz. Hele hala depremleri zinaya, zulme, Kur’an’a yapılan saygısızlığa bağlayan insanların olması beni üzüyor ve hala ders almaya niyetimizin olmadığını maalesef görüyorum. Heyhat ki heyhat...
*18.11.2024 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder