Ana içeriğe atla

Hasetçileri Bekleyen Son

Haset, fesat ve çekememezlik ile yola çıkanlar, çıktıkları bu yolda başarılı olmaları zordur. 

Bu yol ile başarılı olmayacakları gibi gittikçe küçülürler. 

Sonra da yok olup gitmeleri yüksek ihtimal. 

Yok olup gitmeseler de haset ve fesadından dolayı hem sevimsiz hem itici olurlar. 

Kimi hasetçi sinsi olur. Hasedin belli etmez. Yüze güler. Arkadan iş çevirir. Kimi de alenen yapar bu işi.

Hasetçiler ortalığı bulandırıp ortamı gerseler de mide bulandırıcı etkisiz eleman olarak piyasada varlıklarını sürdürürler. 

Büyüklük kompleksi içinde oldukları için küçüldüklerinin farkında olamazlar. Hep yenilirler ve ezik yaşarlar. Çünkü hazım sorunu yaşarlar.

Yenilgiyi kabul etmezler. Her türlü mazeret, kılıf ve gerekçenin arkasına sığınırlar. İftira atmaktan ve algı oluşturmaktan kaçınmazlar. Ortalığı velveleye vermede üstlerine yoktur. 

Yenip alt edemedikleri rakiplerine güttükleri kin, yüzlerinden ve eylemlerinden okunur. Nefret söyleminden de uzak durmazlar. Ellerinde imkan ve güç olsa çekemediği rakibini yok etmekten geri kalmaz.

Bunlar kazara maratonun bir etabında nihai zafere etki etmeyen küçük bir başarı elde etseler, abartırlar da abartırlar.

Yenilikleri rakibini tebrik etmezler. Konuşmaları arasında rakibinden bahsederken ismine yer vermezler. Rakibin korunduğunu, kendilerinin haklarının yenildiğinden dem vururlar. Gerçek başarının kendilerininki olduğunu söylemekten geri durmazlar.

Böyleleri kendine bakacağı yerde kendini hep rakibine göre mevzi alır. Bir sonuç aldığı zaman ilk öğrenmek istediği rakibinin durumudur. Hemen o ne yapmış arayışına girer.

Rakibi varlık sebebidir onun. Rakibi mutlu olursa mutsuz, rakibi mutsuz olursa mutlu olur. Onun hiç onmasını istemez.

Bu sendrom içinde olanlara şu hikaye en güzel örnektir. "Öyle bir şey iste ki Allah sana bunu verecek. Yalnız falan haset ettiğine iki katını verecek.” denmiş. Adam elde edeceği şeye sevineceği yerde haset ettiğine verilecek olan iki kata kafayı takmış. Ne isteyebilirim ne isteyebilirim diye düşünmüş. Sonunda” Ya Rabbi, benim bir gözümü kör et” demiş. Öyle ya kendisinin bir gözü kör olunca rakip gördüğünün iki gözü kör olacak.

Hiç mantık ve akıl var mı bu istekte? İşte haset edenin durumu bu. Rakibinin mutsuzluğu üzerine böyle mutluluk kurmaya çalışmaktan başka bir şey değil.

Aslında zararı hep hasetçi çeker. Ateşin odunu yakarak yok ettiği gibi kendisi de yok olur. İnsanlara tek zararı mide bulandırmasıdır.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde