Ana içeriğe atla

Yatalak Hastaların Bakımı

Bakıma muhtaç hastalar var. Yatağa bağlı yaşıyorlar. Kendi başlarına hayatını idame ettirme durumları yok. İyileşip ayağa kalkma durumları zaten yok.

Bu tip hastalar başkasının bakımına muhtaç olarak hayatın geri kalanını yatakta tamamlayacaklar.

Böyle hastalar için hayat çekilmez. Dört duvar arasında nefes alıp duracaklar. Böyle hastalara bakan için de hayat zor. 

Bu tip hastalara çocukları arasında sıraya konup bakılıyor ya da evi varsa evinde sırayla bakılıyor.

Bakan kimseler sıra kendisine gelince yemesini, içmesini, gezmesini, dolaşmasını, işini ve gücünü bırakıyor, hastasına bakıyor.

Bu durumdaki hastalar için özel bakımevleri var. Buralara her ailenin gücü yetmez. Çünkü hastane masrafı, yatak ücreti dünyanın parası. 

Devlete ait bazı hastanelerde palyatif odalar var. Bura için de refakatçi lazım. Bakıcı bulsan, çoğu ailenin gücü yetmez. Ayrıca her hastayı da palyatif odaya almazlar.

Yatağa bağlı hastaların bakımı, çoğu evlerde çocukları tarafından yapılıyor. Bu da kolay değil.

Evde hastalarına bakacak birilerini bulsalar en az asgari ücret para vermek lazım. Bunun için de bakıcının evine gittiği zamanlarda yine evde hastaya bakacak biri lazım. İkinci yani yatılı bakıcı bulmak hem zor hem de masraflı.

Dense ki masraf neyse karşılayalım. Bu sefer mahalle ve akraba baskısı gündeme geliyor. Babalarına bakmadı, anasına bakmadı deniyor ya da aileden biri başkası sizden iyi mi bakacak diyor. Ayrıca başkası ne der denerek çocuklar acı zulüm bakmaya devam ediyor.

Başına gelmeyen bilmez. Böylesine büyük konuşur.

Diyelim ki çocuklarının işi yok. Ailedeki hasta olanlara sırayla bakıyor. Ya işi varsa ne olacak? Ki günümüzde kadın, erkek herkes çalışmak zorunda. Pek çalışmayan kadın kalmadı.

Bu durumda ne yapılmalı? Hala eskisi gibi başkası ne der, ben bu çocukları bugünler için büyüttüm. Ben babama baktım. Çocuklarım da bana veya eşime bakacak mı diyecek? Ki diyenler de eksik olmuyor.

Geldiğimiz nokta itibariyle geçmişle kıyas yapmak yanlıştır.

Aslında yapılması gereken, yatağa mahkum yaşayacaklar ve ayağa kalkması mümkün olmayan hastalar için en güzeli, bir bakıcı bulmak. Hastanın parası varsa oradan yoksa çocukları tarafından ortaklaşa karşılanacak. Hasta bakıcı anne babaya bakarken çocukları da ziyaret ve süreci takip edecek. Bunun ayıplanacak bir tarafı yok. Bazı aileler bunu yapsa da yani bakıcı vasıtasıyla hastasına baktırsa da bazı aileler hala günümüz ruhunu yakalayamıyor. Halbuki bakıcıya baktırmak işten kaçmak değil, süreci yönetmektir.

Gel de bunu günümüzün ruhunu yakalayamayan büyüklere anlat.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde