Ana içeriğe atla

Yatağa Bağlı Hastan mı Var?

İnsanın imtihanı bitmez. Belki de kurtuluşu ölümdür. Yüzü soğuk olsa da ölüm en büyük nimettir. Giderken hayatta gördüğü acı ve sıkıntıların hepsi bitiyor.

Ölüm geride kalanları üzse de hayatın da ölümün de hayırlısını ve bereketlisini dilemek lazım. 

Ölümün ardından geride kalanlar üzülse de ölenle ölünemeyeceği için onlar da bir zaman sonra ölenin yokluğuna alışacaklar. 

Ölümün en tehlikelisi yaşarken ölmektir. Yatağa bağlı hayattır bu. Ne ölürsün ne kalkar yürür, kendi işimi kendin yaparsın. 

Yatağa bağlı olunca esas ölüm bu hastaya bakanlar içindir. Hastadır. Ne atılır ne satılır. Bakmak zorundasın. Gözüne bakarsın, bu emanet ne zaman gider diye. Vakti gelmeden de gitmez. 

Hastanede yoğun bakımda aylar aylar kaldı. Bir umut gidip geldin ha şimdi uyanır şimdi kalkar diye. 

Her geçen gün umutlar biraz daha tükenmeye başlar. 

Ama hasta ayağa kalkamasa da ölü gibi yatmaya devam ediyor. 

Böyle ne olacak, yok mu bir çıkış yolu derken bir gün doktorlar, hastanızı ya eve çıkarın, evde bakın ya da bir palyatif oda bulalım derler. 

İyi de evde nasıl bakılacak? Palyatif odada nasıl olacak? 

Hastayı eve çıkarsan evde diri olmayan bir ceset var. Siz deyin buna bu ev cenaze evi. Aylar yıllar böyle devam eder mi? Yaşarken ölürsün. Ne bir yere gidebilir ne gülebilirsin ne sağlayabilirsiniz ne de özel bir yaşantın olur.  

Böyle olmaz. Palyatif oda olsun dediler veya dedin. Burası da ayrı bir dert. Çünkü buraya lazım refakatçi. Sabahtan akşama, 7/24 kim durur öndeki konuşmaz, kalkmaz ve yürümez cesetle?

Akıl veren çıkar. Efendim, böyle yerlerde hasta bakıcılık yapanlar var. Bulun böyle birini. Sizin yerinize baksın denir. İyi de böyle birini nereden, nasıl bulacaksın? Buldun. Böyle biri burada ücretsiz iş yapmayacak. Parayla bakacak bu işe. Vereceğin para da üç beş kuruş değil. Bir maaş vereceksin en azından. Bu maaşın en düşüğü de asgari ücret. Aldığın nedir ki aldığından asgari ücret para vereceksin. Verdin diyelim. Sen ne yiyeceksin? Haydi buldun bir iki ay. Borç dert geçindin. Ne zamana kadar devam edecek bu tür bir yaşam.

Gel de çık bu işin içinden. Çünkü çaresiz bir durum var karşında. 

Bir de özel bakımevleri vardır ki buralara hastasını koymak her kişinin harcı değil.

Sadede gelirsek, bu ülkede hastası palyatif oda hastası olan nice insanlar var. Ya kendileri hasta başında nöbetleşe hastaya refakat ediyorlar ya da her bir hasta sahibi, birini ücretle tutuyor. Böyle olacağına yani her bakıma muhtaç, yatağa bağlı hastalar için bir refakatçi olacağına, 8-10 kadar yatağa bağlı hastaya profesyonel bir hasta bakıcı görevlendirilse, bu hasta bakıcının ücretini de hasta yakınları ortaklaşa verse daha iyi olmaz mı? Bu öneri hasta yakınlarının elini hem madden hem de manen rahatlatacaktır. Üzerinde düşünmeye değer. Bunu da bünyesinde palyatif oda bulunan hastane yönetiminin düşünmesi lazım.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde