Ana içeriğe atla

Ülke Yönetimi Benim İşim

Genelde siyasi yazılar yazıyor ve eleştiriyorsun. Anlıyor musun bari?

Eh işte. 

Siyasete gir o zaman. 

Kafama uygun siyasi parti yok. 

Kendin bir parti kur. 

Kurmaya kurarım. 

Ekibin var mı?

Siyasi partiler yasasına göre yeter sayıyı bulurum. 

Ama bu ekip değil ki. 

Ekibe gerek yok. Tek başıma hallederim. Çünkü benim anlamadığım yok.

Başarılı olacağına inanıyor musun?

Elbette. 

Diyelim ki ilk seçiminde iktidara geldin. Ülkeyi yönetebilecek misin?

Çocuk oyuncağı benim için. 

Mesela? 

Enflasyonu hiçbir ülkeye nasip olmayacak şekilde azdırırım. Hayat pahalılığından milletin takati kalmaz. Namusumuz olan TL'yi döviz karşısında pul ederim. Faizi kah indirir kah çıkarırım. Yüzde yüz bile yaparım. İndirirken nassa başvurur. İlgili ayetleri okurum. Hatta ayetlerin irabını bile yaparım. Faizi çıkarırken nassı bir kenara koyarım. Merkez Bankasını boşaltırım. İstediğim ülkeyle bozuşurum. Sonra gider arayı düzeltirim. Dostum olur. Sabahtan akşama konuşurum. Yapmam dediklerimi öyle ikna edici konuşurum ki alkış alırım. Sonra zinhar yapmak dediklerimi yaparım. Yine alkış alırım. Dün dündür siyasetini uygularım. Her seçime giderken seçim ekonomisi uygularım. Tüm kurum ve kurulları kendime bağlarım. Ülkede tek emir veren ben olurum. Buyruğumu veririm, olur biter. Çalışanlarıma istifayı çok görürüm. Çünkü kendime hakaret kabul ederim. Ancak af talebinde bulunabilirler. Ben de affederim. En iyisi görevden almak olur. Hamaset ve sloganı, dini ve milli değerleri hiç ağzımdan düşürmem. Komuta merkezim benden ne istiyorsa lider olarak harfiyen yerine getiririm. Sayayım mı daha?

Bence yeterli.

Şundan emin olabilirsiniz ki bunları ve daha fazlasını emsallerimden iyi yaparım. Yeter ki parti kurayım. Millet beni başa getirsin. Onları analarından doğduğuna bin pişman ederim. Yine de mutluluktan uçarlar. Başımızdan eksik etmesin diye dua ederler. Kısaca maceradan maceraya koşar, her dalda oynarım. Denemesi bedava.

Yani siz ikinci fil olarak piyasaya çıkarım. Başka olmaz diyorsunuz.

Aynen öyle.

Yorumlar

  1. Merhabalar.
    Ben de diyordum ki, "ya bu ülkeyi tek başına yönetenler nasıl yönetiyorlar, nasıl işin içinden çıkıyorlar?" Sizin yaptığınız açıklamaya göre, o kadar da zor bir şey değilmiş. Ben bile yönetebilir missim bu ülkeyi!.."
    Bu zamana kadar bir ekiple ülkeyi yönetenlerin, neden ülkeyi iyi yönetemediklerinin nedeni anlaşıldı. Biz ekiple ülkeyi iyi yönetemiyoruz. Yönetim de tek başımıza olmamız gerekiyormuş. Hani bir de ata sözümüz var ya, ne güzel doğruluyor olayı, "nerede çokluk, orada bokluk"
    Bu kadar ironi yeter herhalde.
    Selam ve muhabbetle.

    YanıtlaSil
  2. As. Olması gereken ekip ruhu ve kurumların birbirini denetlemesi. Gücü kurumlar arasında dağıtmak. Yalnız Doğu toplumlarında lider ruhu var. Hepsi kurtarıcı olarak ortaya çıkar. Toplum da kurtarıcı diye peşinden koşar. Bugüne kadar da bu ülkeyi duvara toslatmaktan öte bir misyon üstlenmediler. Kurtuluşumuz kurum kültürünün oturtulması.

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde