Ana içeriğe atla

Sıra Onun Nasılsa

ATM'ye bir kişi para yatırıyor. Arkasında da kimsecikler yok. Üstelik de genç. Bir dakikada işini halleder, sıra bana gelir. Bir sevindim bir sevindim. Çünkü beklemeyeceğim. Bitirdi bitirecek. İnternet nesli ne de olsa. Onun için çocuk oyuncağı. 

Bitirmedi nedense. Ne yapıyor diye göz ucuyla baktım. Bir 200 lira para yatırıyor. Her denemesinde parayı geri verdi. Her defasında da önce ters çevirdi. ATM bir türlü parayı kabul etmedi. Para buldu da bunuyor ATM. Üstelik günün en büyük parası. 

Sonra kıvırdı, düzeltti. Tekrar tekrar denedi. ATM ant içmişti bu gençten para almamaya. 

Bir taraftan denerken bir taraftan da hafif bana dönerek bir 200 lira yok mu dedi. Ses vermedim. Şükür ki benden haberi varmış.

Birkaç defa denedi. Sonunda ATM değil, genç pes etti. Kartını alıp çekildi. Buna da şükür.

Para sahte miydi neydi bilmiyorum. Hoş sahte olmasa da bazen ATM'ler bunu yapardı ama genç beni mahcup etti. 

Ama gence hayran kaldım. Arkada biri bekliyormuş. Benim iş olmayacak, amca işini halletsin. Ben az sonra biraz daha denerim demedi. Daha doğrusu gençten bunu bekledim. Çünkü arkada bekleyen oldu mu, baktım işim uzayacak, işlemi iptal eder, arkamdakine veririm sırayı. Başkaları da gelmişse en arkaya geçer, sıraya girerim. Gençten bunu beklemek beyhude çaba.

Benim bu yaptığım garibinize gitti değil mi? Güya çok ince düşünüyorum size göre ve gencin yaptığı doğru. Çünkü sıra onun. Gerekirse sabahtan akşama sırayı kimseye vermeden bankamatiğin önünde durur. 

Aman neyse ne. Ben böylelerine kendine Müslüman derim. Bana Müslüman olmuyorsa kendine bari olsun. 

*

Normal bir hızla trafik akıyor. Ben de Alıntıya uygun hareket ediyorum. Önümde biri durdu. Çünkü bir arabanın gireceği kadar bir boşluk görmüş önümdeki sürücü. Belli ki aracını buraya park etmeyi gözüne koymuş. Zaten belliydi ağır ağır gitmesinden. 

Öndeki aracın hizasına kadar gidip duruyor. Sonra geri vitese atıyor. Arka arkaya gelmeye başlıyor. Bir denedi olmadı. Sonra tekrar öne çıktı tekrar denedi. Haydi bir daha derken bu sefer oldu. Bir defa da geri parkına girmek sadece ehliyet sınavlarında geçerliydi nasılsa. Girdi ya sen ona bak. 

Arkadaki ben ve benim ardımdaki araçlar mı? Hep beraber bekledik beyefendinin park etmesini. İşimiz neydi zaten. Önemli olan öndekinin işinin görülmesiydi. 

Beyefendi de çok rahattı. Arkada araçlar dizilmiş, bekliyormuş... Hiç umursamadı. Zaten böyle de olmalıydı. Çünkü strese girerse aracı park edemezdi. Üstelik yol onundu. O ne yaparsa biz bekleyecektik. Önemli olan onun işinin görülmesiydi. Zira kendine Müslümanlık da bunu gerektirir. 

Böyle durumda ben ne yapardım? Bir defa o iki aracın arasına park yapmaya hiç yeltenmezdim. Çünkü akan trafiği durdurur, trafiği felç ederdim. Arkadakiler ya sabır çekerdi. Hem benim park edeceğim yer en az 50-100 metre önden, bir o kadar da arkadan boşluk olacak ki hiç öne ve arkaya gitmeden hemen sağa kırıp park yapabileyim. Hiçbir sürücü bana böyle park yeri bırakmadığı için boş yer yok diye gider de giderim. Nihayet öyle yerler olur ki tam benlik park. Gideceğim yere epey uzak ama olsun. Park yapıp geldiğim yolu yürüyerek geri teperim. Bu ayaklar niçin var, değil mi?

Yorumlar

  1. Merhabalar Hocam.
    Bu sefer ki paylaşımınızın konusu değişik. Ben asla ve kat'a arkamda biri varken, öyle dakikalarca atm'yi meşgul edemem. Kendim rahatsız olurum. Parayı kabul etmeyen atm'ye parayı zorla kabul ettiremiyorsun. Çok şükür, arabam olmadığı için böyle bir sorunum yok. Olmuş olsaydı, akan trafiğin akışını keserek, arabayı park etmek gibi bir işe de kalkışamazdım. Ancak, böyle yapanlar yok mu? Çoooook var!
    Selam ve saygılarımla.

    YanıtlaSil
  2. As. Hem ATM'de böyle oyalanlar hem de trafiği felç edenler maalesef çok. Daha doğrusu kendine Müslüman olan sayımız... Bu tür anekdotlara eskiden çok yer verirdim. Ülkenin kronik sorunları artınca böylesi yayımlarım geri planda kalmıştı. Keşke ülkenin kronik sorunları çözülse de gözlemlerime zaman ayırabilsem.

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde