Ana içeriğe atla

Sahada Aktör Olanlar Projenin Parçası Olabilir mi?

Bazı insanlar özel yetiştirilmiş, daha sonra servis edilmiş birer proje olabilir mi? Bunu en iyi projenin tarafları bilir. Biz ise zahirine bakarak sonuçları itibariyle bir proje olup olmadıkları hususunda kanaat belirtebiliriz. Doğrusunu Allah bilir.

İdeolojilerin kendisi de proje olabilir. İdeolojiler proje ise bu ideolojilerin başına getirilenler de projenin aktörü olması kuvvetle muhtemeldir.

Geçmişte bu ülkeye pompalanan ülkeye komünizm gelecek tehlikesinin bir ABD projesi olduğu söylenir. Hatta 80 öncesi aşırı sağ ve aşırı sol uçların kavgasından az insanımız ölmedi. Aynı silahla hem sağcı genç hem de solcu genç öldürüldü. İç karışıklık, beraberinde 80 darbesini getirdi. Komünizm tehlikesi kardeşi kardeşe kırdırarak bu ülkeye bedeller ödetti. Bu yol ile sağ siyaset bu ülkeye hakim olmuş, ülke bilerek veya bilmeyerek ABD'nin kucağına itilmiştir.

Kardeşin kardeşe kırdırıldığını, ölmeyip hapishanede aynı koğuşu paylaşanlar bunun bir oyun ve proje olduğunu öğrendikleri zaman iş işten geçmişti. 

80 ihtilali ile birlikte 80 öncesi doğup neşvünema bulmaya çalışan İslamcılık hızla ivme kazanmaya başladı. Gelişmesinin yolu da Fethullah Gülen'e komünizmle mücadele görevinin verilmesi, formalite sınavla vaiz yapılması, askeriyeye Gülen'in terbiyesinden geçen kişilerin alınması, Gülen'in Vehbi Koç, zamanın MİT müsteşarı ve zamanın Diyanet İşleri Başkan yardımcısı ile bir araya gelmesi, 82 Anayasası ile birlikte din kültürü ve ahlak bilgisi dersinin Kenan Evren eliyle zorunlu ders yapılması gibi. 

Şimdi kafalarda şu soru var: 90'lı yıllardan sonra değişik aktörlerle Türk siyasetinde etkili olan İslamcılık da tıpkı komünizm tehlikesi gibi birer proje olabilir mi? Üstelik İslamcılık hareketi 80 öncesi sağ ve sol siyaset gibi birbirine yakın oy da almıyordu. 90'lı yıllarda koalisyonla test edilen bu hareket, 28 Şubat mağduriyetinin ardından tek başına iktidara gelecek duruma geldi. Üzerine bir de eften püften ve gülünç gerekçelerle okunan şiirden dolayı hapis mağduriyeti oluşturularak mağdurların önü açıldı. Üstelik tek başına ve hep iktidar yolu. Oyları sildi süpürdü. Ortada ne merkez sağ kaldı ne de sol. Geldiğimiz nokta itibariyle bir insanı vezir yapmanın yolu, onu mağdur etmekten geçtiği düşünülürse, yanlış olmaz. 

İslamcılık bir proje olabileceği gibi İslamcılık iktidarlarının bir başka görevi de din ve dince kutsal sayılan değerlerin içini boşaltma görevlerinin olabileceğini söylersek herhalde yanlış olmaz. 

Değilse, niye nassla oynasınlar?

Niye dini tedrisatları ihtiyaçtan fazla açsınlar? 

Siyasette dini neden kullansınlar? 

İman hatip ve ilahiyat mezunlarına dikkat çekecek şekilde tercihen niçin görev versinler? 

Kısaca dünyaya ve Türkiye’ye yön verenler, bizi bize bırakmıyor. Durmadan proje üretiyorlar, buna uygun aktörleri de yetiştiriyorlar. Sahada aktör ve oyun kurucu görünenler ise oyunun bir parçası oluyorlar. Bizler de bilerek veya bilmeyerek bu oyunun içerisinde yer alıyoruz.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde