Ana içeriğe atla

Dünyanın Adaleti

Adalet herkese tastamam hakkını vermek, haksızlık yapmamak şeklinde tanımlansa da

Herkesin önemsediği hukuki bir terim olsa da

Mülkün temeli kabul edilse de

Adalet için şeriatın kestiği parmak acımaz dense de

Herkes adalet peşinde koşsa da

Kimse adaletten memnun değil. Hatta dünyanın adaleti için adaletin bu mu denir.

Zira bu dünyada güçlünün adaleti vardır.

Güçlü, gücünü güçsüzlerin desteğinden ve başka güçlülerin sessizliğinden alır.

Güçlünün adaletinde ise adalet olmaz. 

Gerekirse dokuz kişiye bir pul, bir kişiye dokuz pul dağıtılır.

Devlet içinde adalet böyle de devletler arası hukukta adalet nasıldır?

Yeryüzünün adaleti değişmez. Burada da güçlünün adaleti söz konusudur. 

Güçlü olan devletler güçsüzleri sömürür. O ülkenin yeraltı ve yerüstü zenginliklerini iç eder.

Güçlünün adaleti kabadayılıktır. Gücüne güvenir. 

Başka bir ülkeye girmek için adına fetih der, ilayıkelimetulah der, cihat der, beni tehdit ettin ya da ediyorsun der, ülkende terörü barındırıyorsun, benim vatandaşlarıma şunu yaptın, şu saldırının arkasında sen varsın der. O ülkeye bir şekil girer. Her şeyi der ama tek şey demez: Ben seni sömüreceğim. 

Girdikten sonra savaş tazminatını da işgal edilen ülkeye yıkar. Orada belli bir süre oyalanır. Ülkeyi dizayn eder. Sonra ülkenin yönetimini birine bırakır. Çeker gider. 

Yerine bıraktığı o ülke için bir kurtarıcı olur. Bu kurtarıcı kuvvetle muhtemel bu güçlü devlet yönetimiyle anlaşan biri olur. Anlaşılan bu kişi o güçle mücadele eder veya eder görünür. Bu yöntemi 1.sınıf güçlü ve sömürgeci devletler uygular. ABD ve Batı ülkeleri ve Rusya gibi. 

Bir de ikinci sınıf devletler vardır ki bunların tek derdi toprak genişletmek. Gücüne ve kaba yöntemlere dayanarak o ülkeyi fetheder/işgal eder. O ülkeye bir vali atar, o ülkeyi haraca/vergiye bağlar. Burada oyalanmaz. Başka ülkeleri fethe veya işgale yönelir. Emeviler, Abbasiler, Selçuklular, Osmanlılar gibi. 

Başka daha güçlü bir devlet ortaya çıkıncaya kadar fethedilen/işgal edilen ülkeler bu devletler de kalır. Sonra fetih veya işgaller eskisi gibi gitmez. Bir yerde tıkanır. Önceki aldığı toprakları teker teker kaybeder. Ardından da kendileri de kaybolur gider. 

Birinci sınıf sömürü devletlerinin etkisi, işgal ettikleri topraklar bağımsızlığına kavuşsa dahi devam eder. Bunlar işgalle kalmazlar. Kaldıkları ülkede dinleri, dilleri, kültürleri kalıcı olur. Ülke halkı da bu işgalci devletlere pek düşman olmaz. 

İkinci sınıf fetihçi devletler ise aldıkları toprakları kaybeder. Geride ne dili kalır ne dini. Yeni yönetim ve halkın önemli bir kısmı, bunlara ilanihaye devam edecek husumet besler. 

Dünyanın adaletine değindikten sonra fetih ve işgale de kısaca değinmek isterim. İslam ülkelerinin aldıkları ülkeler için fetih terimi kullanılırken Batılı devletlerin girdikleri ülkeler için sömürü ve işgal terimleri kullanılır. Adına fetih de dense işgal veya sömürü de dense, adına din veya başka gerekçeler sürülse de bir başka ülkenin toprağına girmek bir işgaldir. Gücün gücünü göstermesi, o ülkenin toprağını alması demektir. 

Bugün hoşumuza gitmese de İsrail'in Gazze'ye girmesi aynı türdendir. Yani gücün gücünü dayatmasıdır. Beğensek de beğenmesek de haklının değil, güçlünün sözü geçer, onun dediği olur. Çünkü dünyanın adaleti budur. Bu adalette ne etik ne ahlak geçerlidir.

Yorumlar

  1. Merhabalar.
    Dünya kuruldu kurulalı adaletin sözlüklerde tanımının yapıldığı gibi: "Hak ve hukuka uygunluk, hakkı gözetme" gibi kavramlar sadece kelimlerin içinde kalmış ve vicdanlardaki yerini asla koruyamamıştır.
    Gücün gücünü dayatmasına adalet diyemeyiz. Sizin de buyurduğunuz gibi güç dayatması ne etiktir, ne de ahlakidir.
    Kaleminize, emeğinize ve gönlünüze sağlıklar dilerim.
    Selam ve saygılarımla.

    YanıtlaSil
  2. Eyvallah, teşekkür ediyorum. Ne etik ne ahlaki ne dini ne de insani gücün adaleti. Ama realitede bunların esamisi okunmuyor.

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde