Ana içeriğe atla

Günümüzde Vaaza İhtiyaç Var mı?

Cami ve mescitlerde vaizlerin yaptığı, genellikle öğüt niteliği taşıyan dini konuşmaya vaaz denir. İslam’ı ve dinimizi öğretme yollarından biridir. Bir nevi nasihattir.

Okur yazarın fazla olmadığı, insanımızın dini bilgi yönünden zayıf olduğu, din görevlilerinin bilginin tek kaynağı sayıldığı, İnternet çağının gelişmediği dönemlerde, vaazların önemli bir işlev gördüğünü, halkı dini yönden aydınlattığını, bir ihtiyacı giderdiğini söyleyebiliriz.

Günümüzde ise dini bilgilenmenin yolları çoktur: İnsanımız cep telefonu marifetiyle istediği her türlü dini bilgiye oturduğu yerden ulaşabiliyor. Bu yönüyle günümüzün en büyük ve en bilgilendirici hocası Google diyebiliriz.

Her konu üzerine yazılmış kitaplar, televizyonlarda yapılan konuşmalar, dini içerikli videolar var.

Her bir yerde İHL veya ilahiyat eğitimi almış ya da kendisini dini alanda yetiştirmiş okumuş insana rastlamak, merak edilen soru çay muhabbeti sırasında sorularak cevap alınabiliyor.

Müftülüklerde fetva hattı var. Dileyen kişi telefonla bilgi alabiliyor.

Sürekli dini yayın yapan Diyanet TV isimli kanal bile var.

Anlatmak istediğim, gibi bilgiye ulaşma imkanı ve yolları günümüzde çok. Yani cami görevlileri, vaiz ve müftüler, bugün dini alanda bilginin tek kaynağı değil. Sadece kaynaklardan biridir.

Her türlü bilgiye en hızlı ulaşma imkanının olduğu günümüzde, vaaz yoluyla irşada ihtiyaç kalmadığını düşünenlerdenim. Cuma öncesi camiye girdiğimizde, ezan okunmasına yakın olmasına rağmen birkaç cemaat dışında caminin hemen hemen boş olduğunu görebiliyoruz. Camiye erken gelen bile içeride vaaz verildiğini bildiği halde cami önünde oturduğu, vaazı dinlemek için içeri girmediği, ezanın okunmasını beklediği bir gerçek. Kısaca medyatik, ün yapmış, ateşli ve heyecanlı konuşan birkaç vaiz dışında çoğu vaizlerimiz birkaç kişiye vaaz vermek zorunda kalıyor. Bu bile yapılan vaazların eskisi gibi cemaati camiye çekmediğini gösteriyor. Bu da vaazların eskisi gibi bir ihtiyacı gideremediği anlamına gelir.

Vaazlar irticalen yapıldığı için bazen maksadı aşan ifadeler kullanılabiliyor, yanlış bilgi verilebiliyor.

Görevi vaizlik olanların bir yıl boyunca değinecekleri vaaz konuları Diyanet tarafından mı belirleniyor ya da vaizlerin konuyu kendisi mi seçiyor bilmiyorum ama çoğu vaazlar tekrardan öteye geçmiyor. Halkın gündemi ve derdi ile vaizin gündemi çoğu zaman örtüşmüyor. Vaizlerin yaptığı, geçmiş müktesebatı günümüze aktarmaktan ibaret kalıyor. Yani etkileme gücü yok.

Vaazların eskisi gibi ihtiyacı karşılaşmadığı gibi aynı zamanda vaazlar monolog şeklinde verildiği için sıkıcı olabiliyor, cemaati uyutabiliyor.

Vaazların camiye cemaati çekmediği, içi boş camilere vaazların yapıldığı bilindiği halde vaaz usulü dini öğüte devam edilmesini çok yararlı görenlerden değilim. Vaaz usulü dini öğüt tarihteki yerini almalı ya da sıkıcı ve tekdüze olan vaazlar ilgi çekecek şekilde düzenlenebilir. Mesela soru cevap şeklinde bir yol izlenebilir. Sosyal medyada bilgilendirme yapılabilir. Her konu kısa videolarla sanal aleme yüklenebilir vs. 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde