Ana içeriğe atla

TL ve Pişmiş Tavuk

Enflasyonla iyi bir mücadelenin ardından enflasyon tek haneye indirilmiş, bunun ardından bol sıfırlı paramızdan altı sıfır atılmıştı. On milyona aldığımız bir ürünü on liraya alır olmuştuk. En büyük banknotumuz olan yüz milyon lira yüz lira idi artık. 

Sıkı bir mali disiplin sonucu paramız değerlenmiş olmasına rağmen 2009 yılında en büyük para olarak 200 liralar tedavüle sürülmüştü. En büyük para olduğu için bozdurmak meseleydi ama paranın değeri vardı. 

200 lira 2009 yılında tedavüle sürüldüğünde dolar 1,53 lira iken 200 lira ile 1,31 dolar alınabiliyordu. 12 Temmuz 2023 itibariyle en büyük paramız 200 TL, 7,65 dolara tekabül ediyor. Yine 12 Temmuz itibariyle 131 dolar almak için 684 lira saymamız gerekiyor. Bu demektir ki paramız 14 yılda dolar bazında 17 kat değer kaybetmiş ve bugün itibariyle en büyük paramıza on dolar dahi alamıyoruz.

Bu istatistikler nereden nereye geldiğimizi, değişik modeller uygulama serüvenimizin neye mal olduğunu, paramızın pul olduğunu ve değerinin iyice düştüğünü, alım gücünün kalmadığını gösteriyor. 

Geldiğimiz nokta itibariyle bugün iki yüz lirayı uzattığımız hiçbir esnaf bozuk yok mu, bozamam demiyor. Üstelik alacağımıza yetmiyor, üzerine ekliyoruz. 

Paramızdan altı sıfırın atıldığı, milyonları unuttuğumuzdan fazla değil, 14 yılın içinde yeniden milyonlarla tanıştık. Öyle zannediyorum, attığımız 6 sıfırdan, bugün bir altı sıfır daha atmamız gerekecek. 

En büyük banknotun pek bir hükmü kalmamış olmalı ki şimdi tedavüle 500, 1000 ve 2000 liralar sürülüyor. Yakında bu banknotlarla tanışacağız. Bu da mecburiyetten. Yoksa yakında milyon taşımak için çuval gerekecek. Bakalım yeni çıkacak bu banknotların saltanatı kaç yıl sürer? Ama bu kafayla gidersek, bu büyük banknotların yerine daha büyüğünü görmek için bir on dört yıl beklemeyeceğiz.

Yeni banknotlar yıllık enflasyonun TÜİK’e göre yüzde 38’e geriledi istatistiğinin ardından gelmesi ayrı bir garabet.

Paramızın 14 yıl gibi bir sürede bu derece değersizleştirilmesi için dünya bir araya gelse, bizimle mücadele etse, bir savaş hali yaşasak, inanın bu paranın değeri bu derece düşmezdi. Ama nasıl olduysa, biz becerdik. Bilelim ki bu paranın başına gelen pişmiş tavuğun başına gelmemiştir. 

Paramızın bu hale gelmesine kimsenin bir mazeret ve gerekçe sürmesine, şunlar bunlar oldu demesine gerek yok. Çünkü görünen köy kılavuz istemiyor ve bahanelerin hiçbir inandırıcılığı yok. Bu utanç bize yeter de artar bile. Çünkü azıcık utanması olanların bu para karşısında boynu bükük olur.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde