Ana içeriğe atla

Vergi Yağmuru (2)

Vergi toplamada adaletin gözetilmediği aklıselim düşünen herkesin malumudur. Mesela dolaylı vergi çeşidi olan KDV ve ÖTV alımında adaletten ziyade eşitlikçi anlayış vardır. Halbuki adalet, herkesin gelirine göre vergi vermesi şeklinde olmalıdır. Özal’ın hediyesi KDV’yi, trilyoner olan da aynı oranda ödüyor, orta ve dar gelirli hatta sosyal destekle ayakta duran da aynı oranda ödüyor. Nedense adil olmayan bu dolaylı vergi herkesin gelirine göre alınmıyor, alınamıyor. Burada, bunu gelire göre belirlemek zor denebilir. Kayıt dışı olmayan her türlü gelir pekala TC numarası ile takip edilebilir. Alışveriş yapan, ödeme yaparken gelir durumuna göre yüzde 1, 5, 10, 20 vb. oranında KDV ödeyebilir. İstenirse olur. Yeter ki böyle bir dertleri olsun.

Bir diğer husus 8 ve 18 olan KDV’nin % ikilik bir artışla 10 ve 20’ye çıkarılması makul gibi görünüyor. Çünkü diğerleri gibi uçuk kaçık vergi artırımı olmamış. Yüzde 10’luk KDV makul görünse de % 18 bile fazla iken 20’ye çıkarılması ilginç. Bu demektir ki KDV’si 20 olan her ürünün beşte biri devlete gidiyor. Vatandaş kendi karnını doyururken bu oranla devleti de doyuruyor. Dört kişilik bir ailenin beşinci kişisi devlettir. Aile aç susuz, az veya çok, borç harç, yardımla bir şekil karnını doyuruyor ama evin bu beşinci kişisini doyurmak mümkün değil.

Bir an için ekonomisi zor durumda olan devlet varsın vergiyi yüzde 20 alsın diyelim. Aldığı ve topladığı vergi yetse, ona göre planlasa, aldığı bu vergi helali hoş olsun diyeceğim. Borçla yaşayan, yeni borçlar bulmak zorunda olan ve tabir yerinde olursa tefeci faiziyle borç bulan ve daima borcun faizini ödeyen devletin bu topladığı vergiler dişinin kovuğunu bile doldurmuyor maalesef.

Bir diğer husus paramızın değeri olsa, alım gücü düşmese, devalüasyona uğramasa, bu paranın yüzde yirmisi de devletin olsun diyelim. Maalesef paramızın değeri yok. Diyelim ki 100 liramız olsun. TÜİK verilerini baz alalım. Enflasyon yüzde 38 olduğuna göre bu paranın 38 lirası yok. Üzerine 20 lirasını da devlet alıyor. 100 liranın elli sekiz lirası böyle gidiyor. Vatandaşa 42 lira kalıyor. Bu da sicim gibi yağan zamlara ve hayat pahalılığına gidiyor.

Tekrar vergi konusuna dönersem, vergi bir devletin olmazsa olmazıdır ve varlık nedenidir. Yalnız ihtiyacı karşılamıyor diye oranları yükselterek vatandaşın üzerine yüklenmek bir devletin şanına yaraşmaz. Vur dedik ise öldür demedik. Yüksek vergiyi ve verginin vergisini küçümsemeyelim. Fazla vergi vatandaşı canından bezdirir. Burada bir anekdota yer vereceğim:

Recai Gümüş adında bir sosyal bilgiler öğretmeni orta ikinci sınıfta dersimize girmişti. Güzel ses tonu ve akıcı anlatımıyla can kulağıyla dinlerdik hocamızı. Gazneliler devletini anlattı. Devleti ve Hindistan'a akınlar yapan Gaznelileri ve Gazneli Mahmut'u öve öve bitirememişti. Böyle iyi bir devletin ömrünün uzun olmaması bizi üzmüştü. Bu kadar iyi devlet niçin yıkıldı demiştik. Aşırı vergiler yüzünden. Çünkü halktan aldığı vergiyi çok artırmıştı demişti. Devletin bu yıkılış sebebi bana ilginç gelmiş aynı zamanda beni üzmüştü. Hocamızın Gaznelilerin yıkılış sebebine dair söylediği ne derece bilimsel, tarihi verilere ne derece doğru bilmiyorum. Bunu en iyi tarihçiler bilir.

Yazım uzadı da uzadı. Yalnız ek vergi ve vergi oranlarının yükseltilmesiyle ilgili söylenen “deprem kaynaklı bütçe açığı” gerekçesi bence tek gerekçe değil. Bütçenin bu derece bozulmasının temelinde, seçime giderken seçim yatırımına dair kesenin ağzının iyice açılmasıdır. Neredeyse her türlü talep yerine getirildi. 3600 katsayısı, EYT, yapılandırma, affetme ve borç silme, bedava doğal gaz kullanımı, elektrik ve doğal gazda indirime gidilmesi vs. çok şey yapıldı. Hepsi birer seçim yatırımı idi. Veren verdi, isteyen istedi. Ne veren olmaz dedi ne de verilen niye dedi. Tüm bunun bir maliyeti olacaktı elbette. Üstelik tüm bunlar ekonominin en kötü olduğu zamanda yerine getirildi. Yetkili iradenin bu bonkörlüğünü, inanın, milli piyango çıkan talihlisi yapmaz. Üç beş oy uğruna kötü ekonomi tablosunun kötüleşeceği biline biline bu ülkeye bu yapılan reva mı? Ama bu ülkede yapılıyor bunlar.

Konan bu veriler keşke sadra şifa olsa yine gam yemeyeceğim. Hazine Bakanı “Keşke seçimler yarın olsaydı” dediğine göre sunulan bu acı reçete 2024 Mart seçimleri öncesi günü kurtarma adına yapılan zorunlu bir düzenleme. Turpun büyüğü mart seçimler sonrasında.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde