Ana içeriğe atla

Suudilerin Futbol Bonkörlüğü

Veliaht Prens Muhammed bin Selman'ın "2030 Vizyonu" çerçevesinde dünyanın yeni finans merkezi ve Ortadoğu'nun yeni turizm destinasyonu olmak için kolları sıvayan Suudi Arabistan, dünyanın en büyük 10 futbol liginden biri olmak için de düğmeye bastı.”

Gazetelerde yer alan bu habere göre Suudi Arabistan, finans merkezi, nokta turizm ve en büyük on futbol kulübü arasında yer almak için paranın musluğunu açmış. Yani üç hedef ortaya koymuş. Sadece futbol için 20 milyar avro kaynak aktarılmış.

Suudi Arabistan dünyanın yeni finans merkezi olabilir mi? Bunu zaman gösterecek.

Turizm merkezi olmak istemeleri ilginç. Çünkü Suudi Arabistan zaten turizm merkezi. Özellikle Mekke ve Medine’ye yılda milyonlarca insan umre ve hacc için akın ediyor. Aşırı yoğunluktan dolayı her hacca müracaat edeni almıyor, ülkelere kota uyguluyor. Durum bu iken ülkesini turizm merkezi yapmayı hedefleyen Prens Muhammed, sanırım ibadet niyetiyle yapılan hac ve umreyi turizm olarak saymıyor. Halbuki her hac ve umreye giden Suudi Arabistan’a para bırakıp geliyor. Bu para Suudilerin neyine yetmez.

Futbola gelelim. Çünkü esas ilginci futbola dair yatırımları. Veliaht Prens Muhammed bin Selman’dan talimatı alan ülke futbol kulüplerinin, büyük kulüplerde oynayan yıldız futbolcuları almak için teklif ettikleri bonservis bedelleri ve futbolculara verilen transfer ücretleri dudak uçuklatan cinsten, uçuk kaçık rakamlar. Her yıldız futbolcuya kimsenin telaffuz dahi edemediği rakamlar havada uçuşuyor. Kimi futbolcular bu servet kaçmaz deyip soluğu Suudi takımlarında alırken kimi de her şey para değil deyip telaffuz edilen rakamı elinin tersiyle itiyor. Suudi takımları yıldız futbolcuların ne kadarını alır bilinmez ama bu yaptıklarıyla futbol piyasasını epey yükselttiler.

Turizm ve finans merkezi olma yolundaki hedefleri neyse de futbol alanına Suudilerin burunlarını sokması olacak şey değil. İstedikleri kadar astronomik para verip en iyi yıldız oyuncuları kulüplerine kazandırsınlar, bırakın ilk on futbol takımı arasına girmeyi, ilk 20-30 arasına bile girmeleri mümkün değil. Para olmasa iyi bir takım oluşturulamasa da paraya rağmen başarılı olamayan yıldızlar topluluğu takımların sayısı az değil. Çünkü para bir yere kadardır ve her şey para değildir. Ayrıca futbol dediğimiz oyun bireysellikten ziyade bir takım oyunudur. Alınan yıldız futbolcuların takıma uyumu önemlidir.

Diyelim ki Suudi Arabistan takımları aldıkları futbolcularla başarılı oldular, kendi liglerinde şampiyon oldular. Bu şampiyonluklarıyla katılsalar katılsalar körfez ve Asya ülkeleriyle kendi aralarında maç yapabilirler. Hepsi yabancılardan kurulu yıldız futbolcularla dünya kupasına katılamazlar. Çünkü bu yıldız futbolcuların her biri kendi ülkelerinin milli takımlarında oynayan futbolcular. Avrupa kupalarına da katılamazlar. Dünya futbolunun kalbinin attığı ve her takımın kendini gösterdiği Avrupa kupalarında da olmayacaklarına göre bu kadar parayı yıldız futbolculara dökmenin ne gereği var?

Tüm bunlardan geçtim. Açlıktan kırılan Yemen gibi sınır komşuları ve ihtiyaç sahibi birçok İslam ülkesi varken bir sektör de olsa, tamamen seyir zevki için bu kadar parayı dökmenin bir izahını bulmak mümkün değil. Çünkü yeri geldiği zaman “Komşusu açken yok yatan bizden değil” deriz. “Müminler birbirlerini sevmede, birbirlerine acımada ve birbirlerini korumada bir vücudun azaları gibidir. Vücudun bir uzvu hasta olduğu zaman, diğer uzuvlar da bu sebeple uykusuzluğa ve ateşli hastalığa tutulurlar” deriz. Deriz oğlu deriz. Böyle ise Müslüman ülkelerin çoğu fakirlikle boğuşurken Müslüman bir ülke olan Suudi Arabistan’ın bu tasarrufuna ne denir? Demek ki Müslümanlık şişede durduğu gibi kitaplarda yazılı olduğu gibi değil.

Hasılı Suudi Arabistan’ın bu yaptığı tek kelimeyle ayıptır, günahtır, vebaldir, Müslüman kardeşinin derdiyle dertlenmemektir.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde