Ana içeriğe atla

Sen misin Ayağımı Yerden Kessin Diyen? (1)

Fakültede öğrenci iken evlenmiştim. Okulu üç çocuğumla bitirdim. Dört ay vekaleten görev yaptıktan sonra görev yapmak üzere diyar diyar dolaştım.

Uzun süre yerleşik hayatım olmadığı için adeta göçebe gibiydim. Kışları görev yerimde yazları "Gel, ne olursan ol, yine gel" denen memlekette geçirdim.

Arabam olmadığı için gidip döneceğim yerlere hep otobüslerle gittim. Enflasyonu bol bir dönem olan 90'lı yıllarda otobüs fiyatları da şimdiki gibi katmerli idi. Çocuklar küçükken onlara bilet almazdım. Beş kişi iki koltukta idik. İkisi kucağımızda, biri ortamızda. Uyuyanı koltuğun altına yatırırdık. Uzun yolculukları bu şekil sıkış mıkış geçirirdik. Bununla kalsa iyi. Bir de garaja giderken, garaja indikten sonra eve gitmek için elimizde valizler, dolmuşlara binerdik. Zaman zaman da arabası olan eş dost bizi garajlara kadar götürür, garajdan alırdı. 

Arabasızlık zordu vesselam. Hem rahat yolculuk yapmak için hem de eşe dosta yük olmamak için eski meski, modelli modeli, ayağımı yerden kesecek bir arabam olmalıydı. Ama nasıl olsun. Enflasyonlu hayatta ev kira, göçebe olduğumuz için gel git yol parası, mutfak masrafı, çoluk çocuğun giyim kuşamı kıtı kıtına yetiyordu. Çoğu zaman yetmiyor, bazı alacaklarımızı ötelerdik.

Evlenirken de Konya usulü 12 yastık bir Demirci halısı ile gurbete gidince evin ihtiyaçları da eksik olmuyordu. Bir beyaz eşya alınca taksitleri bitmeden diğerine geçemezdim. Şimdiki düğünler gibi bir ev kurmak ve ev eşyası almak için kaç yıllar gerekiyordu. Evin bir eşyasını giderince mutluluğuma diyecek olmazdı. Hasılı zor günlerdi tıpkı şimdiki gibi.

Ayağımı yerden kesecek araba almak hayal olsa da belki bir gün lazım olur diye daha önce eşeğe binmeyen biri olarak kırkından sonra B sınıfı bir ehliyet de aldım. Kim bilir belki de hiç kullanmayacaktım.

Hoş, bir araba alabilsem de çoluk çocuk yolculuk esnasında rahat etsem, istediğim yerde mola versem, gideceğim yere geze geze gitsem, her şeyden öte valiz taşımaktan kurtulsam, indi bindi ile uğraşmasam, pikniklere, eş dost ziyaretlerine gitsem, hastalık esnasında binip hastanenin yolunu tutsam, hiçbirini yapmasam da acil durumlar için evimin önüne bir dört teker olmalı dediğim zaman “Araba rahatlık ama masraflı. Bir mutfak masrafı kadar da arabaya masraf gerek. Araba dediğin yakıtı doldur binden ibaret değil. Bunun bakımı var, lastikleri var, vergisi algısı bitmez. Araba almak yerine gideceğin yere taksi çağır, ondan karlı olur” dense de kulak asmadım. Bir arabam olmalıydı ama nasıl?

Ne kadar zor olsa da kötü günler için üç beş kuruş ayırdığım olmuş olmalı ki artırdığıma zamanın meşhur yabancı parası doçe mark aldım. Damlaya damlaya göl kadar olmasa da biraz param olmuştu. Bir arkadaşa söyledim bana bir araba bul diye. Ne kadar paran var dedi. 2 milyon deklerim dedim. Bu paraya ancak 131 Şahin alırız iyisinden dedi. Aradı buldu, gidip arabayı alıp geldik. Yanlış hatırlamıyorsam, 88 model Şahine o gün verdiğim 2 milyon, 6660 marka tekabül ediyordu. Yıl da 1999-2000 yılı olsa gerek.

Zamanın hükümeti benim araba almamı bekliyor olmalı ki gazlı arabalardan 3 katı (4 katı da olabilir) MTV aldı. İptal edileceğini bile bile uysal vatandaşlık gereği yatırdım. Üzerine yatırmayanlar nezdinde keriz oldum.

Ardından 2001 krizi geldi. Mark fırladı. TL’miz adet olduğu üzere bir kez daha pul oldu. Lastikler paflaştığı için dört lastiği yeniledim. Yeni lastikleri doğru dürüst kullanmadan 2005 yılında ilk göz ağrım olan bu arabayı satmak zorunda kaldım. Aldığım fiyatın iki katına yani dört milyona sattım ama bu paranın 6660 mark etmeyeceğini hepimiz biliriz. Üç bin mark bile yapmazdı. (Devam Edecek) 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde