Ana içeriğe atla

Hep Kaybederken Hep Kazanmak

Efendim, epeydir bu alanda iştigal ettiğinize göre çok başarılı olmalısınız. 

Başarı göreceli bir kavram. Neye göre kime göre? 

Değişse de başarının en azından belli başlı bazı kriterleri vardır. Bir şeyi kazanıyorsan, başarılısın. Kaybediyorsan, başarısızsın. Gördüğüm kadarıyla hep kaybedensin.

Hep kaybettiğime bakma. Zira ben başarılım. O senin gördüğüm buz dağının görünen kısmı. Ayrıca her başarısızlık, başarısızlık değildir, aynı şekilde her başarı da başarı değildir. Bazen başarısızlık başarıdır. Yeter ki misyonunun hakkını ver. Ben kaybederken kazananlardanım. Dikkatini çekerim. Bu kadar kayba rağmen koltuğunu kaybetmeyen kaç kişi var şu yeryüzünde?

Doğrusunu söylemek gerekirse bu alanda kimse eline su dökemez.

Bak gördün mü? Gerçeği sen de kabullendin. Kaçın kurrasıyım ben.

Bu hakkı zaten teslim ediyoruz. Yalnız buna rağmen bu koltuğu nasıl koruyabiliyorsun?

Çok basit.

Açıklar mısın?

Ne münasebet. Meslek sırrı açıklanır mı? Bu mesleğin ettiğine saygılıyım. Zira misyon adamı misyonunun gereğini her daim yerine getirir.

Misyon derken hep kaybetmek mi misyonun?

Ne sandın ya!

Kaç yıllardır bu koltukta oturduğunuza göre var sizde bir şeyler. 

Var elbet. En azından benim gibisini bulamıyorlar ki hala buradayım. Misyonumu devam ettirdiğim müddetçe beni bu koltuğa getirenler nezdinde bitmez tükenmez kredim var.

Benim göremediğim ne görüyorlar sizde?

Bir defa adamlar maldan anlıyor. Neyi, kime emanet edeceklerini iyi biliyorlar. Benim esas işim hesap uzmanlığı olunca bu işler benim için çocuk oyuncağı.

Gördüğüm kadarıyla koltuğunuzu uzun süre işgal etmenizin dışında gözle görülür bir başarınız yok. Başarıdan kastınız koltuk ise bu konuda çok başarılısınız. Rakibinize karşı hep başarısız olmanıza rağmen koltuğunuzun hiç sallanmaması gerçekten bir başarı. Üstelik bu başarı egale edilemeyecek bir rekordur. Sahi nasıl başarıyorsunuz bunu?

Dedim ya ben hesap uzmanıyım. Bu işler ince işler ve kimseye söylenmeyecek bir meslek sırrıdır.

Sırrınızı söyleyin demiyorum. Hep başarısızlığa rağmen bu koltukta kalmanızın sırrını istiyorum sizden. 

Madem ısrar ettiniz. Allah'ın bildiğini kulundan niye saklayayım. Söyleyeyim gitsin.

Lütfen!

Yukarıda dedim, ben misyon adamıyım diye. Bir defa beni bu koltuğa getiren güç böyle istiyor. Misyonumu devam ettirmekle onlara olan vefa borcumu ödemeye devam ediyorum. Demokrasiye katkı sunuyorum. Hep kaybedeni belirleyerek ve hep kaybeden olarak istikrarı koruyorum. Geride planlanan oyunu ben ileride oynuyorum. Hasılı ben bu koltuğu hiç kaybetmiyorum. 

Pes doğrusu!

Siz pes edebilirsiniz. Ben ise asla pes etmem.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde