Ana içeriğe atla

Bir Fabrika Ayarlarıdır Gidiyor

Bir fabrika ayarlarına dönmektir gidiyor. Nedir bu?

Daha önce doğru yolda iken raydan çıkmış kimseler için söylenir. Mahallesini terk edenler için de denir. Böyle derler ki eski yoluna tekrar dönsün. Fabrika ayarı kişinin orijinal hali. Sonraki gittiği yerler savrulma, bozulma, özünden sapma olarak görülür. 

Bu fabrika ayarı tek midir yoksa birden fazla olur mu?

Fabrika ayarları çoktur. Her zihniyetin her görüşün her fraksiyonun fabrika ayarı farklı. 

Bu fabrika ayarlarının hangisi doğru? 

Kişilere göre değişir. Çünkü fabrika ayarları ve bu ayarlara dönmek görecelidir. Sol düşünceye sahip biri için fabrika ayarı laik ve seküler olmaktır. Sağ düşünceye sahip biri için fabrika ayarı dindarlık, mütedeyyin olma, İslami hassasiyetleri gözetme, referansı İslam olma gibi. Her biri kendi bulunduğu yeri doğru görür. 

Ya dönülmesi istenen fabrika ayarlarında sakatlık varsa... O zaman ayrılmak normal değil mi? 

Bu da ihtimal dahilindedir. Yalnız fabrika ayarlarında bozuşma, kokuşma vb. durumlar olsa dahi onlara göre burası terk edilmemeli. İçeride kalınmalı. Bu yanlışlıklar eleştirilmemeli. 

Senin için de fabrika ayarlarını terk etti, özüne dönmeli. Savruldu gitti deniyor. Haklı değiller mi? 

Dedim ya haklılık bakış açısına göre değişir. Şu var ki değiştiğim ve ayrıştığım doğrudur. 

Niçin değiştin? 

Eleştiriye gelmeyen yerde nasıl durabilirim. Sağır sultanın duyduğu konularda dahi kol kırılsın, yen içinde kalsın deniyor. Sonra savunulan değerlerin içi boşaltılmışsa, yanlışa yanlış, doğruya doğru denmiyorsa, senin gördüğün yanlışlar görülmüyorsa, görülmediği gibi gördüğünü zikretmenden dolayı sana mesafe konuyorsa, körler ve sağırlar arasında yalnızlara oynuyorsan, bu durumda ne yaparsın? 

Hayal kırıklığı yaşarsın. 

Benim yaptığım da odur. 

İçeride kalıp fabrika ayarları için mücadele etseydin. 

Anlatamadım galiba. Hoşnutsuzluğuna bile düşman gibi bakılıyor. Özelde sana hak verenler kalabalıklar içinde yanında yer almıyor. Sessizliğe gömülüyor. Her türlü yanlışa, savrulmaya ve U dönüşüne rağmen her yapılan şeksiz şüphesiz destekleniyor, alkış alıyorsa, bu durumda ne yapabilirsin. Unutma ki marifet iltifata tabidir. Müşterisiz meta zayidir. Çoğunluğu artık görmüyor, gören sesini çıkarmıyor. Sesini çıkaran muhalif görülüyor. Çoğunu korku esir almış. Ya başkası gelir, kazanımlar giderse diyor. Korkunun tedavisi yoktur. Bir de aynı dili konuşmuyorsun aynı hassasiyeti taşımıyorsun. Onların gördüğünü sen, senin gördüğünü onlar görmüyor. 

Savunulan değerler doğru ise terk etmemeliydin.

Savunulan değerlerle sorunum yok. Sorunum, değerlerin satışa çıkarılmasına, dilin farklı, uygulamanın farklı olmasına, olgunun değil, algılara teslim olunuşuna, bir omurganın kalmamasına, değerlerin emeller uğruna meze edilmesine, değerlerin hiç olmadığı kadar gündelik işlere alet edilmesine, eleştirinin yerini alkışını almasına, yaşa-var ol denmesine, istişarenin bırakılmasına, mağdur edilenlerin sayısının çoğaltılmasına, kırıp dökülmesine, üsluba, takınılan tavra, tevazuunu yerini kibrin ve tepeden bakmanın alışına, her türlü prensibin ayaklar altına alınmasına, tek kalbin yerini iki kalbin almasına, sevginin nefret gibi gözleri kör etmesine, çelişki yumağının kriter alınmasına, kutuplaştırmadan medet beklenmesine, kurtuluşun tek kişiye indirgenmesine vs. Tüm bunlar ve daha fazlası beni o fabrika ayarlarına yabancılaştırdı. Daha sayayım mı?

Kafi.

Uzaklaştığıma bakma. Uzaktan yine gözlüyorum çıktığım fabrika ayarlarını. Bu fabrikadan ne umdum ne buldum diyorum. Kendimi sorguluyorum. Sırtımdaki küfeyi de atınca ufkun daha da açıldı. Çünkü fabrika ayarlarının içinde iken bunları göremiyorsun. Sadece kendi fabrika ayarlarımı değil, başka fabrika ayarlarını da gözlemliyorum. Onları da anlamaya çalışıyorum. Dışarıdan gözlemlemek hayata daha geniş açıdan bakmama fayda sağlıyor. Empati yapıyorum. Herkesi anlamaya çalışıyorum. Kendimi onların yerine koyuyorum. Kısaca bir hakem, maçta futbolcuların yaptığı her hatayı uzaktan gözlemleyerek gördüğüne düdük çalıyorsa, ben de öyleyim. Her yanlışı gören hakem, taraf futbolcular tarafından nasıl ki tasvip görmüyorsa, ben de öyleyim. Gördüğüme düdük çalıyorum. İsteyen kızsın isteyen ayıplasın isteyen savruldu desin, fabrika ayarlarını terk etti desin. Çok da tın. Son olarak fabrika ayarlarında ömrünü bitirenlere demek isterim ki kendinizi ne gördüğünüzden ziyade nasıl görüldüğünüz önemli. O yüzden herkes kendine baksın. Aynaya bakmak bile bir mesafedir.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde