Üniversite ikinci sınıfta evlendim.
Son üç yılımı evli okudum.
Yaz tatillerini inşaatlarda amelelik
yaparak geçirdim.
Mezun olurken fakülte diplomasının
yanında üç çocukla mezun oldum.
Okul boyunca bir yakınımın evinde
kira vermeden oturdum.
Evin iki odasını döşedik. Biri yatak
odası, diğeri ise şark odası.
Bir yakınım, evinde kullandığı tek
kişilik dört koltuğunu verdi. İlk defa dört koltuğum olmuştu.
İkinci el olsa da koltuklar temiz ve
yepyeni idi. Ama nereye koyacaktım. En uygunu oturduğum oda idi. Orada da
zamanın meşhur Demirci halısı ve 12 duvar yastığı vardı.
Halının üzerine koltukları aralıklı
koydum. Küçük evi iyice küçülttü. Uzun ince ayaklı yeşil renkli koltuklar
kırmızı halının üzerine de gitmedi.
Zaman zaman kadınlı erkekli
misafirim geldi. Olmayacak böyle yatak odasındaki karyolayı kaldıralım. Yerine
bir halı ve duvar yastığı alalım. Burası hem misafir odası hem de yattığım oda
olsun istedim.
Yastıkçıya giderek bir on iki yastık
daha aldım. O günün yaygın kullanılan bir üç tekerlekçi ile anlaşıp yastıkları
eve götürdüm. Üç tekerlekli yastıkları boşalttıktan sonra halının üzerinde
eğreti duran koltukları da elden çıkarayım, ev genişlesin istedim.
Koltukları aynı arabaya yükleyip
Tellal pazarına satmaya götürdük.
Yolda giderken benim için paha
biçilmez bu koltukları iyi bir paraya satıp hem harçlık yapacaktım hem de üç tekerlekçinin
nakliye parasını ödeyecektim.
Tellal pazarının girişinde esnafın
biri durdurdu. Otuz liraya bana bırak dedi. (Yıl 89-90 olmalı. Altı sıfır atılmadığını
göre 30 milyon olabilir.) Otuza olmaz. Şu koltuklara bak. Daha fazla eder
dedim. İyi öyleyse. Bak, az sonra gelirsen, bu fiyata almam, fiyat da vermem
dedi. Almazsan alma. Bir sen mi varsın dedim. Dükkan dükkan üç tekerlekli ile
dolaştık. Kardeşim, şunları alın dedim. Hiçbiri ne fiyat verdi ne de alırım
dedi. Ne verirseniz verin, yeter ki alın dedim ise de benim koltukların yüzüne
bakan olmadı. Halbuki hepsi de ikinci el alıyor ve satıyordu.
Ne ummuştum ne buldum. Bu durumda ne
yapmalıydım. Şimdi gerisin geriye ilk girişte teklif veren kaldı. Ona da
gidemezdim. Ona gitmektense, koltukları meccanen bir yere bırakmayı da
düşündüm. Çünkü geri gelirsen, almam, bu fiyatı da vermem demişti. Adamın dediği
de oldu. Bir bildiği varmış demek ki. Değilse bu kadar emin niye konuşsun.
Tellal pazarının içini döne döne,
utana sıkıla çıkışa doğru geldik.
İlk fiyat veren orada bekliyordu.
Yüzüne baktım. Kardeş, alır mısın dedim. Ben ne dedim sana dedi. Almam dedin
dedim. Şimdi götür git, eşyanı. Almayacağım dedi.
Eve koltukları geri götürmek de
olmazdı.
Yirmiye al bari dedim. 20'ye de
almam, bedavaya da dedi. Almam dediyse de sonunda insafa geldi ve 20 liraya
aldı. Aldığım bu parayı da üç tekerlekçiye nakliyeciye uzattım. Almam, zaten zararına verdin dediyse de ısrar ederek
verdim.
O kadar esnafın içinde bir kişinin dışında
fiyat vermemesi garibime gitti. Sonra öğrendim ki bir esnafın verdiği fiyata başkası
fiyat vermezmiş. Bu öğrendiğim doğru ise vahim bir durum. Doğru değilse, o kadar
kişinin içinde bu esnaf oranın kelek keseni olmalı. Zira kimse sözünün üzerine söz
söyleyemiyor. Bu duruma ne denir bilmiyorum. Olsa olsa alternatifler arasında alternatifsiz
diyebilirim.
Başımdan geçen bu anekdot temenni ederim ki o bölge esnafına has olsun. Bilirim ki adı konmuş olmasa da çoğu sektörde benzeri durumlar söz konusu. Her biri de bulunduğu muhitte tek değil, tekel değil. Mutlaka etrafında irili ufaklı aynı işi yapanlar vardır. Böyle olsa da kim, nerede güçlü ise hep onların sözü geçer. Kazananlar da hep onlar olur. Çünkü aynı işi yapan alternatifler olsa da güçlünün yanında diğerlerinin esamisi okunmuyor. Bu durum sadece bazı sektörlerde değil, siyaset alanında da böyledir. Çok sayıda partinin olması bizi aldatmasın.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder