Yazı
yazmaya başlarken dert edindiğim her konuyu ele alacağımı, konuya dair eksik aksak
ne varsa dile getireceğimi, nasıl olması gerektiğine dair önerilerde bulunacağımı
ifade etmiştim. Hala o yol üzereyim. Yanlışa yanlış diyorum doğruya da doğru. Hoşnutsuzluğuma
dair görüşlerimi kendi penceremden değerlendirmeye çalışıyorum. Toplumu ilgilendiren
konularda bir yanlışlık yapılıyorsa kendi üslubumla bunlar yanlış diyerek eleştirel
bir bakış sergiliyorum. Dün böyleydim, bugün de böyle, yarın da böyle olacaktır.
Eleştiri
hoşa gitmese de olması gerektiğine, olmazsa olmazımız olduğuna inanıyorum. Hoşa
gidiyor mu bu? Çoğunun hoşuna gitmiyor, özellikle eleştiriye açığım diyenlerin.
Bu
konuda yani eleştirel bakış açısı konusunda çok yazı kaleme aldım. Tekrar yazmak
istemiyorum ama gazetede son yazımı yazıp paylaştığımda, “yazılarımdan dolayı öz
eleştiri yapıp yapmadığıma” dair yorum yazan birine her yazım bir öz eleştiri yazısı
demiştim. Belli ki bu arkadaş eleştirel bakış açımdan çok hoşnut olmayan biri idi.
Bu
arkadaşın eleştirisini dile getirdiği bir yazısı dikkatimi çekti. Okudum yazısını.
Okudukça hayret ettim ve kendi kendime günaydın dedim. Onun benim yazılarıma benim
de onun yazılarına rezervim olduğu için sayfasında bir yorum yazmadım. Hukukumuza
halel gelmesin diye isim vermeden yazısını burada değerlendirmek istedim. Bakalım
neler demiş?
“Müellefe-i
kulüp (kalbi İslam’a ısındırılmak istenenler) uygulamasını ‘bugün Müslümanlar güçlü’
gerekçesiyle Hz Ömer’in kaldırdığını, günümüzde 20 yıldır en güçlü zamanlarda dahi
başkalarına şirin görünmek adına Hz Ömer’in kaldırdığı bu uygulamaya devam edildiğini,
Müslüman ve davaya gönül verenlerin isteklerinin göz ardı edildiğini, dava karşıtlarının
isteklerinin istekleri yerine getirildiğini, özellikle kadrolaşmada ve memuriyetlerde
dava düşmanı kişilerle doldurulduğunu, davaya gönül verenlerin çocuklarının işe
alınmadığını, özellikle belediyelerde bu durumun çokça yaşandığını, halbuki bizim
başkalarına şirin görünmeye ihtiyacımız olmadığını, ne kadar uğraşsak da onların
gözünde şirin olmayacağımızı, onlardan olmadıkça kabul etmeyeceklerini hatta şüpheyle
bakacaklarını”,
“Bu
yazısının adam kayırmacılık olarak algılanmamasını, hak edenin hakkını almasını,
başkalarına şirin görünmek amacıyla kendi evlatlarımıza kıyılmasın diye yazdığını”,
“Bu
durumun sadece 20 yıl değil, İslami kesimin en büyük handikabı olduğunu, geçmişte
babasına haksızlık yapıldığını, babasının bir isteğinin yerine getirilmediğini,
babası yerine iki lafından biri partiye sövmek olanların tercih edildiğini, başkasını
tercih sebebinin partiyi sevdirmek olduğunu ama partiyi sevmediklerini üstelik babasıyla
alay ettiklerini, babasının ise buna rağmen ölünceye kadar davasına sadık kaldığını”,
Bunları
derken “İltimas istemediğini, sadece hakkaniyet olsun istediğini, yüksek lisanslı
çocuğunda da aynı haksızlığın kendi belediyesinde yaşandığını, çocuğuna dava diyemediğini,
dediğinde çocuğunun yapılan haksızlığı suratına çarptığını, zamanında abisine de
haksızlığın yapıldığını, belediyeye iş başvurusu yaptığında kadro yok dendiğini,
abisinin yerine aciz birini aldıklarını, aldıkları o kişinin pisliklerini temizlemekle
uğraştıklarını” işlemiş yazısında.
Yazısını
bitirirken de “Bir söz de liyakat hastalığına tutulanlara, bu kandırmacaya kapılanlaradır.
Bugünkü sorunun liyakat değil, sadakat olduğunu, aslı bozuk olanın liyakatinin menfaati
bitene kadar olduğunu, ilk fırsatta ihanet edeceğini, bu durumun da davaya en çok
zarar veren şey olduğunu” ifade ederek son noktayı koymuş.
Yazı
baştan sona bir eleştiri yazısı. Yani benim hep yaptığımı lütfedip yazmış. Demek
ki eleştiri de yapılabiliyormuş. Tabi eleştiri yapmaya kendileri hak sahibi. Bizim
eleştirimiz sanırım bu tiplere göre caiz olmasa gerek. Burayı geçeyim. Eleştirisinden
dolayı kendisini tebrik ediyorum. Yalnız bu eleştirisinde çok geç kalmış. Bu tip
gecikmelere günaydın, badü harabil Basra, testi kırıldıktan sonra demek lazım. Nasıl
ki geciken adalet, adalet değilse, sağır sultanın bildiği yanlışlara, zamanında
eleştiri getirmemesi yönüyle zamanlaması yanlış. Keşke bu değerlendirmesini zamanında
yapsaydı, daha iyi olurdu ve bir anlam ifade ederdi. Atı alan Üsküdar’ı geçtikten
sonra bu sızlanma neye yarar? Üstelik tüm bu yapılanlar tasvip görmüş.
Şimdi
geleyim yazının içeriğine. Yazı Türkçe olmasına rağmen belki de yaşımdandır, çok
anlayabildiğimi, ne demek istediğini anladığımı söyleyemem. İnşallah yanlış değerlendirmem.
Şu
kadarını söyleyeyim ki dava arkadaşları adına eleştiri yapabilmesini gecikmiş de
olsa tasvip ediyorum. Ne de olsa bir gelişme. Babasına, ağabeyine ve çocuğuna haksızlık
yapılmasını da anlıyorum. Başkalarına göre ne kadar hak ettiklerini bilemesem de
talepleri yerine getirilmeyince gönül koymasını da anlıyorum. İşe girmek için sebepleri
işlemeyi de yerlerine ehil olmayan kişilerin tercih edilmesine serzenişini de anlıyorum.
Anlamadığım
hususlar, yerlerine alınan başka kimseleri müellefe-i kulüp görmesi. Bu kişiler
Müslüman değil mi? Farz et ki Müslüman değiller. İşe alınmalarında ne sakınca var?
Dava dediği, anladığım kadarıyla parti. Partiye oy vermek, partili olmak dava ona
göre. Sanırım partiye oy ve gönül vermek Müslümanlıktan önce geliyor. Buna ancak
vah yazık denir. Keşke torpille işe girenleri müellefe-i kulüp şeklinde teşbih yapmasaydı
diyorum. Her ne kadar iltimas istemese de demek istediği sanırım, işe alımlarda
önceliğin partiye oy verenlerin olduğu. İnşallah burayı da yanlış anlamamışımdır.
Yazısının son kısmında liyakati önceliyor mu yoksa yeriyor mu? İnan çok anlamış değilim. Liyakat hastalığına tutulanlara ve bu kandırmacaya kapılanlara dediğine göre sanırım istediği liyakat değil. Zira liyakati bir hastalık olarak görüyor. “Bugünkü sorunun liyakat değil, sadakat olduğunu, aslı bozuksa liyakatinin menfaati bitene kadar olduğunu ve ihanet edeceğini, bunun da davaya zarar vereceğini” cümlesiyle inanın ne demek istediğini anladım ise harap olayım. Sorun olarak gördüğü liyakat mi, sadakat mi, işte burası muamma. Liyakatli kişinin ihanet edeceğini ifade ettiğine göre sanırım liyakati istemiyor, sadakati istiyor. Bugünkü sorunun liyakat değil, sadakat olduğunu yazdığına göre sadakati de sorun görüyor. Bir çelişki var ama nerede? Burada tek doğru anladığım, dava derken kastının parti olduğu. Yazının bütününe bakınca kastının sadakatin liyakate tercih edilmesi olduğunu anlayabiliyorum. Eğer böyle ise yine vah yazık, keşke böyle bir değerlendirmede bulunmasaydı diyorum.
Yorumlar
Yorum Gönder