Ana içeriğe atla

Din Görevlisi ve Partizanlık

Bu ülkenin kadın, erkek yediden yetmişi partizan. Sabah akşam kim kazanacak, şu iyi, bu kötü muhabbeti yapılır. Bu muhabbet bir müddet sonra kırgınlığa sebep olacaksa da kimse partizanlıktan vazgeçmiyor.

Partizanların önemli bir kısmının yaptığı da partisini ölümüne savunma, rakip gördüğü partiyi kötüleme adına trollük yapmaktır. Bu işi yaparken de çoğu, başkaları tarafından hazırlanıp servis edilen paylaşımının doğru olup olmadığına bile bakmıyor. Zira iş iştir. Ayrıca doğruluğuna bakılmaz. Yeter ki bizi desteklemiş olsun.

Akşamdan sabaha seçim konuştuğumuza göre seçimden seçime, bir seçimin ardından diğer seçime seçim konuşmaları ve paylaşımları bu ülkenin değişmez gündeminin seçim olması hiç yadırganmamalı. Çünkü biz siyasetin konuşulmadığı günü boşa geçirmiş gün görürüz. 

Allah'ın günü siyaset yapanlar, partilerin yetkili kurullarında görev alanlar olsa, görevidir dersin, garipsemezsin. Çünkü bunlar profesyoneldir. Buradan ekmek yiyecekler. Siyaset yapmamaları kendilerini inkar anlamına gelir ve görevlerini yapmamış olurlar.

Profesyonel siyasetçinin dışında işçi, memur, esnaf, emekli vb. kişilerin profesyonel siyasetçi gibi akşam sabah partizanlık yapmasına ne demeli? Çünkü bu ülkenin böyle bir gerçekliği var. Bu gönüllü partizanlıklarının kendilerine maddi ve manevi bir getirisi olsa, bu kapıdan ek gelir elde ediyorlar, varsın yapsınlar dersin. Bildiğim kadarıyla hiçbirine bu konuşma, paylaşım ve yazışmalarının bir getirisi yok. Diyelim ki bu mesele vatan, millet ve ülke meselesidir. Ayrıca getiri aranmaz. Bu durumda esas görevlerini ihmal etmiyorlarsa ve bugüne kadar bu paylaşımlarından dolayı savundukları parti veya adaya bir kişi kazandırmışlarsa, varsın bunlar da yapsınlar.

Siyaseti amma profesyonel amma amatör kim yaparsa yapsın, bir yere kadar anlaşılabilir. Anlaşılmayan, garip karşılanan ve tartışmalara neden olan ise camilerde görev yapan din görevlilerinin partizanlık yapmasıdır. Burada, herkes siyaset yaparken din görevlileri yapamaz mı? Bunlar bu ülkenin vatandaşı değil mi? Bunların söz hakkı ve bu konuda söyleyecekleri olmasın mı itirazını dillendirenler olabilir.

Elbette, din görevlileri de bu ülkenin vatandaşıdır. Bunların da siyasi tercihleri vardır. Eş, dost ortamında görüşlerini açıklamalarının önünde bir engel yok. Cemaatinin siyasi görüşünü bilmesinde de bir sakınca olmayabilir. Hatta kendi profilinde tercihini de izhar edebilir. Her nerede, ne yaparlarsa yapsınlar ama camide, vaaz kürsüsünde, hutbede, cami havlusu ve müştemilatında ima ile bile olsa siyaset, kişi siyaseti ve particilik yapmamalıdırlar. Zira cami, kışla ve okul dışında siyasetin girmemesi gereken üçüncü yerdir. Çünkü parti demek hizip demektir. Hizipçiliğin olduğu yerde taraflar vardır. Tarafın olduğu yerde bölünmüşlük olur. Bölünmüşlük ise camide olmaması gerekir. Çünkü cami dediğimiz yer, Allah’ın evi kabul edilir ve ibadet yeridir. İbadete ise Müslümanlar gelir. Müslümanlar tekdüze midir? Değil. İçlerinde dindar, mütedeyyin olup caminin sürekli müdavimi olanları vardır. Ara ara uğrayanları vardır. Haftalık cumalarda ve bayram namazlarında uğrayanları vardır. Hatta münafık olanlar bile namaz kılmak için camiye gelebilir.

Camiye gelenlerin her birinin tek partiye veya tek adaya oy vermesi mümkün olmadığına, bu ülkede irili ufaklı yüz civarında parti olduğuna göre camiye her partiye oy veren cemaat gelebilir. Çünkü az veya çok dindar olsun, camiler bu milletin ortak değeridir. Düşüncesi ve siyasi fikri ne olursa olsun, herkese kapısı açıktır, herkesi cem eder. Az günahkarı da çok günahkarı da barındırır ve birleştirir. Görevlinin kürsü ve hutbede siyasi tercihe yönelik küçük bir iması bile cemaati böler, ikilik yaratır. Tartışmalara sebebiyet verir. Bunun yeri de burası değildir.

Gönlü bir aday veya partinin kazanması yönünde olsa bile görevlinin, partiler üstü davranmasında ve böyle görünmesinde cemaat birliği adına bir zaruret vardır. Din görevlilerinin bu konuda azami gayret ve hassasiyet göstermesinde fayda vardır. Camilerin her renk ve düşünceden insanı birleştirme misyonu vardır. Bu misyonu tartışılır hale getirmeye hiçbir din görevlisinin hakkı yoktur. Her şeye rağmen camide siyaset yapacaksa, ihsası reyde bulunacaksa, bu durumdakilerin sarık ve cübbeyi çıkarıp profesyonel siyasete soyunmasında fayda vardır. Bunun önünde de bir engel yoktur. Zira kim, ne diyebilir buna. Yok, bu işi Allah rızası için yapıyorlarsa, ne olur, Allah rızası için bunu yapmasınlar.

Burada din görevlilerinin çoğunu tenzih ederim. Bir siyasi tercihleri olsa da bunu camiye yansıtmıyor. Her camiada olduğu gibi bu meslek grubunda da camiye siyaseti girdirenler ara ara çıkıyor. Sözümüz de bunlaradır. 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde