Ana içeriğe atla

Adaletin Böylesi

Geçen gün biriyle karşılaştım. Biraz lafladıktan sonra devlette görev yaparken kamudan ihraç edildiğini söyledi. 

Şimdi özelde mi çalışıyorsun dedim. Çalışmadığını söyledi. 

Niye dedim. 

Daha doğrusu çalıştırılmadım. İhraç olduktan sonra özelde çalışmak için iş aradım. Bir yer ile anlaştım. İstenen evrakı hazırlayıp teslim ettim ama olmadı. 

Niye olmadı dedim. 

Zorunlu hizmet yükümlüsü olduğum gerekçesiyle ismimin karşısında çentik olduğunu, bu süre bitinceye kadar özel sektörde çalışmamın mümkün olmadığı söylendi. Kalan süre de 450 gün imiş. Bu süre sona erinceye kadar çalışmam mümkün olmadı.

Bu demektir ki 450 gün boyunca çalıştırılmadın.

Aynen öyle. 

Bunun mantığı ne böyle? Olur mu böyle şey? Yanlışın olmalı. 

Mantık ararsan bulamazsın. Yanlışlık yok. 

Madem zorunlu hizmetini tamamlamadın. O zaman seni zorunlu hizmete gönderseydi. Başka türlü zorunlu hizmeti nasıl yerine getireceksin. Sakıncalı olduğun için diyelim ki görevden el çektirdi, zorunlu hizmete de göndermedi. Buraya kadar anlaşılabilir. Süren bitinceye kadar özel sektörde çalışmana mani olması anlaşılır gibi değil. Ne haddine. 

Bu anlaşılmaz dediğini kimseye anlatamadık. Zaten daha önce mevzuatta böyle bir yasak yokmuş. Daha önce ihraç olanlar ara vermeden özelde çalışmaya başlamışlar. Mevzuata bu madde sonradan eklenmiş. 

Peki, 450 gün çalışma yasağı olunca, haliyle çalışamadın. Bu süre zarfında geçimini nasıl sağladın? Çünkü az bir süre değil. Nereden baksan bir seneden fazla. Biz ay sonunu zor getiriyoruz. 

Az birikmişim vardı. Onunla idare ettik. 

450 günlük zorunlu hizmet yükümlülüğün bitmiş olmalı. 

Biteli çok oldu. Şimdi özelde çalışıyorum. Hoş, konan 450 günlük yasağı tam bitirmiştim ki Anayasa Mahkemesi, sonradan eklenen maddeyi iptal ederek bu yasağı kaldırdı. Yani bu yasak benden öncekilere ve benden sonrakilere vurmadı. Beni buldu. 

Rahatın nasıl?

İyi?

Özel sektör pek doyurucu ücret vermez. Hele bir de sakıncalı isen. 

Sakıncalı olmaya sakıncalıyım. Bu sakıncalılık devlet nezdinde ve bir kısım insan nezdinde. Kamuoyunun genelinde böyle bir şey yok. Ücrete gelince, dolgun değilse de ayağımı yorganıma göre uzattıktan sonra aldığım fazlasıyla yetiyor.

İşini kaybedince iş bulamayacağım endişesi taşıdın mı?

Rızkı verenin Allah olduğuna inanırım. Bir kapı açıyor mutlaka. Yeter ki çalışmak iste. 

Çalışmak istedikten sonra iş bulunur bulunmaya. Ama özel ama kamu. Fark etmez. Yalnız süreç bu anlattığın gibi ise çok vahim.

Sizin vahim dediğiniz birilerine göre olması gereken.

Kim, ne derse desin, bu süreç iyi yönetilmemiş. Devletin belli bir süre de olsa özel sektörde çalışmana mani olmasının izahı olamaz. Görüyorum ki birileri seni aç bırakarak açlıkla terbiye etmek istemiş. Bir diğer husus, Anayasa Mahkemesinin yaptığı. Sonunda bir yanlışa dur demiş ama iş işten geçtikten sonra. Buna bade harabil Basra denir. Gecikmiş adalet, adalet değil denir. Dur bakalım, senden başka bu şekil kaç kişi mağdur olmuştur. Halbuki Anayasa Mahkemesi bu tür mağdur olan sayısı bir kişi bile olsa, bekletmeden ivedi karar vermeli idi.

Susma hakkımı kullanıyorum. Zira bu dediklerinin toplumda en azından sesi gür çıkanların yanında bir anlamı yok. Ateş düştüğü yeri yakar. Yaktı, geçti gitti. Tuzu kuru olanlar bunu anlamaz.

Son sözün?

Ne diyeyim? Bu da bir imtihandı. Gördüğün gibi ayaktayım. Hayat yine devam ediyor. Ben bu imtihanı yaşadım. Başkaları da imtihandalar...

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde