Ana içeriğe atla

Devletin Sırtından Ağalık

Her okulun Anadolu Lisesi olmadığı ve öğrencilerin merkezi sınavla alındığı eğitim sisteminde, bir ilçe Anadolu lisesinde görev yapıyorum. O zamanlar bu okul türünde görev yapacak öğretmenler de sınav sonucuna göre bu okullara atanabiliyordu.

İki sınıf ve 60 kişilik bir kontenjan girdim.

Kazanan öğrencilerin kaydını yaptık. 

Aldığım bu öğrenciler 9.sınıfı okudular.

10.sınıfa geçen öğrenciler yaz döneminde alan seçimi yaptılar. Çoğunluğu fen bilimleri, 11 kadarı Türkçe matematik alanlarını seçti. Bir öğrenci de İngilizce istiyorum diyerek yabancı dil, 3 öğrenci de sosyal bilimler alanını seçti. 

8 kişinin altındaki sayıya sınıf açılamayacağı için sosyal bilimler alanını isteyen öğrencileri ikna ederek eşit ağırlığa geçtiler. Yabancı dil isteyen öğrenci ise ben mutlaka yabancı dil okuyacağım diye diretti. Öğrenciye bu aklı da il merkezinde bir Anadolu lisesinde görev yapan müdür vermiş. Sen okula yabancı dil diye dilekçe ver. Okulunda bu bölüm açılamayacağı için seni okulumuzda misafir öğrenci olarak alırız demiş. Bu akılla, öğrenci il merkezinde okumak için ilçeye gelmeyecek, yol parası ödemeyecek, aynı zamanda istediği bölümde okuyacak. 

İl milli eğitim müdürlüğünde eğitim işlerine bakan şube müdürü, yönetmeliğe aykırı diyerek bu isteği kabul etmedi. İlçede tek okul olduğumuzdan 1 öğrenci bile olsa yönetmeliğe göre o öğrenci için alan açılabiliyordu. Yabancı dil alanını aç, öğrenci orada okusun dedi. 

İçime sinmese de formaliteyi yerine getirdim. İlçe milli eğitime bu öğrenci için tedbir alması gerektiğiyle ilgili bir yazı yazdım. İlçe de "İlçede aynı okul türünden başka okul olmadığından, 8 mevcut sayısına bakmadan bir öğrenci için okul bünyesinde sınıf açılmasıyla ilgili onay yazısını gönderdi. 

Bir öğrenci için sınıf açınca sosyal bilimler alanını isteyen üç öğrenci için de sosyal bilimler alanını açtım. 

Kendimce ücret yönünden devlet zarar etmesin diye dört sınıfa çıkan 10. sınıfların ortak derslerini birleştirerek sınıf sayısını ikiye indirdim. TM sınıfına derse giren öğretmenlerin aynı anda üç sınıfa ait defteri imzalayarak üç saat ek ders yerine bir saat ücret almasını sağladım. 

Bu arada da TM'ye geçmesi için ikna edemediğim kızın babasını aradım. Şehirden geliyor çocuğunuz. Tek kişilik sınıfla verim olmaz. Üstelik devlete de büyük külfet getiriyor. Şu ilçe yedi kişilik bir yabancı dil sınıfı açmış. Çocuğunuzun puanı tutuyor. O ilçe lisesine nakil alsanız olmaz mı türünden konuştum. Babanın dediği "Masraf, maliyet ve külfet olursa olsun. Çocuğumu nakil almayacağım. Sanki bu para cebinden mi çıkıyor? Devletin sırtından değil mi" diyerek bana bir güzel nasihat ve fırça kaydı.

Sene içerisinde bakanlık müfettişi geldi. Sınıf mevcutlarına bakarken "Müdür bey, bir kişilik sınıfın mı var" dedi. Evet dedim. Neye göre açtın dedi. Yönetmeliğe göre dedim. Müdür bey, ben yönetmeliği iyi bilirim. Bir kişilik sınıf olmaz. Senin bu yaptığın devleti zarara uğratma yönünden vatana ihanetle eşdeğer. Getir şu yönetmeliği. Göster bana ilgili maddeyi dedi. İlgili maddeyi gösterince, müdür bey, tebrik ederim. Ben yönetmeliğin bu maddesini atlamışım. Bir kişiye sınıf açmakla doğru yapmışsın. Şayet açmasaydın, eğitim ve öğretimi engellemekten hapis cezası bile alabilirdin dedi. 

İkinci dönemin sonuna doğru yine bakanlık müfettişleri geldi denetim için. Aksi bir başkanları vardı. Onun da gözüne o zamanlarda üçe çıkan yabancı dil sınıfının mevcudu ilişti. Vatana ihanetle eşdeğer demedi. Ben dürüst biri değilim ama ben olsaydım, üç kişiye sınıf açmazdım dedi. Ben de açmazdım ama il böyle istedi dedim. İl ile görüşeceğini söyledi. Sonra ne oldu bilmiyorum. Bilinen bir gerçek var. Bu üç öğrenci bu yabancı dil alanından mezun oldu.

Yazımı sonlandırırken bu yazıyı yazmama sebep olan kızın babasının dediklerine geleyim. Öyle ya cebimden mi çıkacaktı sanki para? Devletten çıkacaktı nasılsa. Benimki de gereksiz bir hassasiyetti. Bereket, veli ağzımın payını verdi de susa kaldım. Şimdi olup bitenlere ve devletin sırtından ağalık yapanları görünce telefonun dışında hiç konuşmadığım ve yüz yüze gelmediğim bu veli aklıma geldi nedense. Tekrar söylüyorum, veli yerden göğe haklıydı. Mevzubahis olan para kendi cebimizden değil de devletin cebinden çıkacaksa, kesenin ağzı sonuna kadar açılmalıydı.

İyi bayramlar!

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde