Ana içeriğe atla

Olan Bana Oldu

Aralarında anlaşamayıp bu bari olsun diyerek ibre bana döner diye düşünmüştüm. Son dakika golü ile yıkıldım.

Cumhurbaşkanlığı olmazsa, yardımcılığına yardımcı olurum diye düşünmüştüm. Geçiş sürecinde genel başkanlar cumhurbaşkanı yardımcısı olacağı açıklandığına göre yardımcılık da hayal oldu.

Geçiş süreci sonrasında bu koltukta bana yer olabilir mi diye heveslendim. Bu da kursağımda kaldı. Çünkü geçiş süreci bittikten sonra da iki belediye başkanını getireceklermiş. 

Kabinede bakan düşünülmüş olabilir miyim diye içimden geçirdim. Bakanlar ittifaka mensup partilerden seçilecekmiş. İttifakta yer almadığıma göre bakanlık da yok. 

O zaman politika kurulları ve ofislerinde değerlendirebilirler dedim. Bu kurul ve ofisleri de lağvedeceklermiş. Buradan da avucumu yaladım. 

Tüm karar ve atamalar ittifaka mensup genel başkanlarla uzlaşı içinde yapılacağına göre şuraya kimi atayalım diye bana sormayacaklar demektir. Yani bir bilen olarak bana başvurulmayacak. 

Şu ana kadar ittifaka dahil olanlar içerisinde seni partimizden kazanacağın yerden aday göstermeyi düşünüyoruz teklifi gelmediğine göre TBMM’de de bana ekmek yok.

Geçiş sürecinde yürütme ve atama dahil, her şey uzlaşı ve istişare ile olacağı açıklandığına göre uzlaşı olmadığı takdirde hakem kim olacak? Burası belirsiz. Acaba beni uzlaştıracak hakem olarak tayin ederler mi diye kendime pay çıkarmış bulunmaktayım. 

Şimdilik gözle görülür bir ışık göremediğime göre yönetimde uzlaşı olmadığında başvurulma ihtimali olan hakem rolü bana en yakın rol gibi geliyor. Beni hayata bağlayan da bu. Değilse, hiçbir yerde istenmiyorum diye kahrımdan çatlar ölürdüm.

Halihazırda bana dair açık bir rol tanımlanmış olmasa da bağımsız bir kimse olarak bu görevin bana tevdi edileceğine elleri mahkum görünüyor. Öyle ya bu konuda benden iyisini bulacaklar? Partilere ve kişilere eşit mesafedeyim. Tarafgir değilim. Bu da benim en büyük artım. Yetmez mi?

Bu rolü de basite almamak lazım. Düşünün bir kere. Uzlaşı olmadığında devlet krizi meydana gelir. Bunca sıkıntı arasında ülke bu krizi kaldıramaz. O yüzden önemli bir görev üstleneceğimi düşünüyorum. Bu da ülkeyi benim yöneteceğim anlamına gelir. Çünkü bu süreçte bana çok iş düşecek ve işim kolay olmayacak. Çünkü uzlaşamayacakları o kadar çok konu olacak ki bunların hepsi beni bulacak. Kurtar bizi diyecekler. Kestiğimi yiyecekler artık. Çok çalışacağım ama mesele memleket ise ne haliniz varsa görün diyemem. Taşın altına elimi koyacağımdan kimsenin endişesi olmasın.

Siz kendini darı ambarında görmeye, kendi kendine gelin, güvey olmaya devam et diye burun kıvıra durun. Unutmayın ve bilin ki beni hayata bağlayan bu darı ambarıdır.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde