Ana içeriğe atla

Bir Duruşu Olmalı İnsanın

Bir misyon için yola çıkanların, başarı gelsin veya gelmesin;

Bir duruşu olmalı,

Savunduğu değerlerinden ve prensiplerinden ödün vermemeli, 

İdeal ve prensiplerini gerçekleştirmek için efor sarf etmeli, 

Yolunu, hedeflerini ve kendi yapacaklarını anlatmalı, 

Başarı için her yolu mubah görmemeli, 

Başkasını kötülememeli, 

Belden aşağı vurmamalı, 

Ben daha iyi yaparım demeli, 

Üslubunu bozmamalı, diline ayar vermeli ve gerekirse fermuar çekmeli, maksadını aşan sözler sarf etmişse özür dileyebilmeli, 

Nezaket ve saygıyı elden bırakmamalı, 

Zikzak çizmemeli, 

Dozajında ve seviyeli eleştiri yapmalı, 

Kendisine yapılan eleştiriye gelmeli,

Yüzüne bakamayacağı şeyler söylememeli, 

Kendisine yapılmasını istemediğini başkasına yapmamalı, empatiyi düstur edinmeli,

Tüm çabası fazilet ve erdem yarışı olmalı, 

Kutuplaştırıcı, ötekileştirici bir üslup kullanmamalı, 

Fikirlerinden dolayı kimseyi ayıplamamalı, hep insan onurunu korumalı,

Kimseye kin ve intikam beslememeli, 

Yanlışta ısrar etmemeli, inadı terk etmeli, 

Ekip ruhuna önem vermeli, 

İstişareyi elden bırakmamalı, 

Yeni fikir ve görüşlere açık olmalı, 

Kendisini ön plana çıkarmamalı,

Hatalarından ders çıkarmalı, özeleştiri yapmalı,

İdeal, prensip ve duruşundan ödün vermeden kendisini daima geliştirmeli. 

Unutulmasın ki ideali uğruna taviz vermeden mücadele eden, bu uğurda kaybetse bile başarılı sayılır. Kazanma ve başarı uğruna prensibinden ödün vermek suretiyle her kılığa girmek, başarı getirse bile bu uğurda başarı başarısızlık sayılır.

 

 

Yorumlar

  1. Merhabalar Sayın Hocam.
    "Duruşu olmalı bir insanın" başlıklı yazınızı okudum. Sayın hocam ne güzel dile getirmişsiniz. Şöyle kendi kendime bir düşündüm ve acaba Ramazan hocamın kaleme aldığı bu konunun neresindeyim ben diye kendi kendimi bir sorguladım.

    Öyle olaylarla karşılaştım ki, duruşumuzdan, prensiplerimizden ideallarimizden ödün vermek zorunda kaldık. Şimdi işin gerçeği bu. Elimizden geldiğince çizgimizde durmaya çalıştık ama, maalesef zorlayan durumlar ve aciz kaldığımız hallerimiz oldu.

    Ama bu ödün verme kesinlikle çıkarımız, kazancımız, menfaatimiz için olmadı, zaruretten dolayı oldu. Tabi bu zaruretin arkasına sığınan durumlarda kişilere göre değişebilir. Benim zaruret olarak gördüğüm ve kabullendiğim şey, bir başkası için olmayabilir. Ama işin gerçeği böyle.
    Selam ve saygılarımla.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Zaruretler duruşta, prensiplerden ve omırgadan ödün verdirir. Bunda bir sıkıntı yok. Hayatın bir cilvesi zira. Hepimiz yeri geldiği zaman taviz veririz. Sözüm, hiç omurgası olmayanlara, olur olmaz çelişki yaşayanlara. Onlar sorgulamalı kendisini. As. Saygılar bizden.

      Sil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde