Ana içeriğe atla

Gittiği ve Durduğu Yeri Beğenmediklerimiz

Bazı insanların siyaseten, dinen ve fikren gittiği veya durduğu yeri beğenmeyiz.

Beğenmekle de kalmayız. Ayıplarız. Olmadı, yakışmadı, kendisine yazık etti, mahallesini bırakıp gitti, mahallesine ihanet etti, geleceğini berhava etti deriz.

Bununla da yetinmeyiz. Başkasına gösterdiğimiz toleransı kendisine göstermeyiz. Başkasına verdiğimiz makul cevabı vermeyiz. Bakışımızla, verdiğimiz cevapla ve sorduğumuz sorularla paralar dururuz.

Tüm bunları yaparken bir gün döner gelir demeyiz, kapıyı gıyade bırakmayız. Çünkü nazarımızda iflah olmaz ve yaramaz biridir artık.

Fikren, zikren, siyaseten ve dinen bu şekil ayrışanları dışlamak yerine, kendi haline ve zamana bırakmakta fayda olduğunu düşünüyorum. Su akar mutlaka yerini bulur. Zaman her şeyin ilacıdır. Ama orada ama burada. Bunun için iletişimi kesmemek, katılmasak da görüşüne ve durduğu yere saygı duymak gerek. Gittiği yerin yanlış olduğunu göstermek, ikna etmek için iki medeni insan gibi konuşmaya devam edebiliriz. Baskı yaparak bir yere varılmaz. Çünkü baskı, o kişiyi sizden daha da uzaklaştırır, onu savunma durumuna geçirir, sağlıklı düşünmesinin önüne geçer, kardeşliği ve önceki hukuku düşman kardeşliğe dönüştürür. Bu vuruşmaya birileri bıyık altından güler. Kırın birbirinizi der.

Tarih, aynı evde büyüyen, aynı iklimden beslenen kardeş kavgalarının sahnesine şahit olmuştur ve bu kavgalar normal kavgalara benzemez. Habil-Kabil, İsmailoğulları-İshakoğulları (Filistinlilerin ve Yahudiler), Yusuf ve kardeşleri gibi.

Böyle yapmak yerine, daha önce içimizde olup bizim gibi düşünen bu kimselerin niçin aramızdan çekip gittiğini, nerelerde hata yaptık, niçin içimizde tutamadık üzerine kafa yormamız gerektiğini düşünüyorum. Ayrılık ve düşmanlığı körüklemek yerine yeniden kazanmayı hedeflemek gerekir. Kazanma gibi bir düşüncemiz ve derdimiz varsa tabi. Olmadı, sen yoluna, ben yoluma diyebilmeli. Unutmamak gerekir ki baskı, ayrıştırma ve ötekileştirme ile hiçbir insan yeniden kazanılmaz. Hazırında düşmanlık körüklenir.

İstenirse farklı kulvar ve ortamlarda bile dostluk devam ettirilebilir. Bunun için yapılması gereken, görüşlere saygı duymaktır. Herkesi kendimiz gibi düşünecek demesek orta yerde sorun olmaz. Allah’ın insana verdiği özgürlüğü ve seçme hürriyetini biz insanımızdan esirgemeyelim. İnsanları kendilerini tanımladığı gibi kabul edelim. Niyet okuyuculuğu yapmayalım. Suçlayıcı bir dil kullanmayalım. Suçlayacaksak, niçin çekip gitti veya gönderdik diye kendimizi sorgulayalım.

İnanın, çok zor değil bunları yapmak. Tek yapmamız gereken farklılıklara tahammül ve hoşgörülü olmaktır.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde